GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Filiz SEZER
YAZARLAR
18 Aralık 2020 Cuma

Aylaklık hakkı

Covid-19 virüsünün tüm dünyada günlük hayatı alt üst ettiği şu dönemde bir yandan ekonomik faaliyetlerin devam etmesini sağlamak, diğer yandan salgının yayılmasını önlemek, halk sağlığını koruma yöntemlerini kararlılıkla yürürlüğe sokmak ve tüm bu süreçte sağlıklı bilgi akışını sağlamak yönetimi oldukça zor bir süreç hiç kuşkusuz. Başlangıcından itibaren bu süreci en iyi yöneten ülkelerin (Almanya, Yeni Zelanda, Finlandiya gibi) başbakanlarının kadın olmasını tesadüf ile açıklayamayız. Finlandiya Sosyal Demokrat Partisinin Başkanı olan ve aynı zamanda dünyanın en geç başbakanı unvanını da elinde tutan 35 yaşındaki Sanna Marin’in son aylarda, koalisyon üyesi diğer liderleri ikna etmeye çalıştığı başka bir konu daha var: 8 saat olan günlük çalışma süresini azaltmak. Azalan çalışma saatlerinin telafisinin artan üretkenlik ve verimlilikle sağlanacağını öne sürüyor.

Bertnard Russell’ın Aylaklığa Övgü isimli kitabı Finlandiya Başbakanı ile benzer düşüncede olanların kendilerine dayanak yaptığı en önemli kaynaklardan biridir. Kitabın “çalışmanın abartılmış bir eylem” olduğuna dair ifadesi sosyal medyada bolca paylaşılmasıyla kitabın en çok bilinen sözü olmuştur.

Hemen belirtmek gerekir ki sözü edilen aylaklık, hiçbir üretim sürecine girilmeden yan gelip yatılan bir tembellik değildir. Russell, başkalarının emekleri üzerinden kâr eden iktidar sahiplerinin sahip olduğu boş zamanın da adil bir şekilde dağıtılması gerektiğini ifade eder. Bu boş zaman medeni insanın en doğal gereksinimi olduğu gibi medeniyetin gelişmesi için de gereklidir zira… İnsanın bu boş zamanlarını sadece dinlenerek değil gezerek, yeteneklerine göre sanatsal faaliyetlerde bulunarak ve felsefe yaparak geçirmesi gerekir.

Kendini gerçekleştirmek Marksist felsefede de insan özgürlüğünün olmazsa olmaz bir gerekliliğidir. Kişiler ancak doğal zorunluluklarından uzaklaşarak kendi arzuları, yetenekleri ve becerilerini gerçekleştirebilmesiyle özgür olabilirler. Çalışma saatleri, fazla mesailer ve hatta yolda geçirdiğimiz zaman dolayısıyla günümüzde bu özgürlük alanını yaratabilmek pek çoğumuz için oldukça zorlayıcıdır.  Hatta pandemi nedeniyle yaygınlaşan evden çalışmanın da bu konuda pek yardımcı olduğu söylenemez. Sürecin ilk günlerinde yapılan ekşi mayalı ekmekler yerini, zaten evde olduğumuz için daha fazla yüklenen işlere, bitmek bilmeyen toplantılara bırakalı da çok oluyor.

Karl Marx’ın damadı olan Paul Lafargue, Tembellik Hakkı isimli kitabında çalışma sürelerinin uzunluğunun insani ihtiyaçların önüne geçtiğine dikkat çeker ve üretimdeki verimin yüksek tutulmasının sürekli çalışmayla değil bu çalışmayı destekleyen yeterli dinlenme süresi ile mümkün olabileceğini iddia eder.

***

Aslında tembellik hakkından bu düşünürlerden çok daha önce, 1758 yılında “d'Alembert’e Mektup” isimli yazısında Jean-Jacques Rousseau bahsetmiştir: “Halkın, ekmeğini kazanmak için harcadığı zamandan başka zamanı yoksa, yazık. Ekmeğini sevinçle yiyebilmesi için de zamanı olması gerek. Yoksa, uzun süre kazanamaz olur ekmeğini. Halkın çalışmasını isteyen şu adaletli ve iyiliksever Tanrı, onun dinlenmesini de ister. Doğa da halkın aynı zamanda çalışmasını ve dinlenmesini; didinmesini, aynı zamanda da haz duymasını ister. Çalışmaya karşı duyulan tiksinti, yoksul insanları çalışıp didinmekten daha çok bunaltır.”

İşsizlik oranlarının rekor kırdığı, iş bulmaktan umudunu kesenlerin işsiz olarak sayılmadığı bu zor günlerde aylaklığın hakkını verebilmek büyük bir çoğunluk için neredeyse imkânsız görünüyor. Asgari geçim şartlarını yerine getirmekte zorlanan bir toplumun kendini gerçekleştirebilme ihtimali de oldukça uzak.

Bakın ünlü ressam Vincent Van Gogh, kardeşi Theo’ ya yazdığı Temmuz 1880 tarihli mektubunda bu durumu nasıl da etkileyici anlatıyor: “Beni yalnızca boşta gezen bir aylak olarak görmeyebilirsen çok sevinirim. Çünkü iki tür aylak var ve bunlar birbirinin tam karşıtı. Adam vardır tembellikten, karaktersizlikten, tabiatının alçaklığından dolayı serseridir, istersen beni o türden say.

Bir de öteki türlü serseri vardır ki kendi kendine rağmen boşta gezmektedir. Etkin olabilmek için büyük bir özlemle yanan ama hiçbir şey yapamayan... Çünkü bir şeyler yapması olanaksızdır, bir kafese hapsedilmiş gibidir çünkü verimli olabilmek için gereksindiği şeylere sahip değildir çünkü yazgının çizdiği olaylar dizisi onu o kafese tıkmıştır, böyle bir adam ne yapacağını bilmeyebilir ama içgüdüleri ile hisseder: ne olursa olsun bir işe yarayabilirim, yaşamımın bir amacı olacak sonunda (...) Böylesi çok değişik yapıda bir aylaktır, istersen beni bu türden say.’’

Yazımı Cahit Zarifoğlu’nun Aylak Göz şiirinden bir bölüm ile tamamlayarak herkes için kazançta da boş zamanda da daha adil bir dünya umudumu yineliyorum ve her şeye kısacık bir süre için de olsa ara veriyorum, hakkını vermek için çay içmenin: “Kendi kendine ardaşak kaçağı/ Arada bir bakınır ne yaptığına/ Süresiz kapılır tablolara yan gelir/ Ve oturdu mu bir masaya / Hakkını verir çay içmenin”