GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Filiz SEZER
YAZARLAR
11 Aralık 2020 Cuma

Kadın olmanın giderek daha zorlaştığı bir ülkede

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda imzalanmasının yıldönümü olması sebebiyle, her yıl 10 Aralık’ta Dünya İnsan Hakları Günü kutlanıyor. 2020 yılı pek çok felaket ile birlikte insan hakları ihlallerinin de hiç hız kesmediği bir yıl oldu ülkemizde. Bu hak ihlallerini ne yazık ki yazılı basından ziyade sosyal medya kanallarıyla takip edebiliyoruz. Sosyal medya bir yandan dezenformasyonun hızlıca yayılabilmesine neden olurken diğer yandan her birey önemli bir haber kaynağı olabiliyor.

Gerçeklik duygusunu zedeleyebilen bir yapı olmasının yanında, yapılan samimi paylaşımlar ile pek çok insan hikayesine ulaşabiliyor ve kendimize dahi itiraf etmekte güçlük çektiğimiz bazı konularda yalnız olmadığımızı da görebiliyoruz. Politik olsun ya da olmasın, örgütlenmenin çok güçlü ol(a)madığı ülkemizde sosyal medya üzerinde oluşturulan birlik ve dayanışma duygusunu bu sebeple çok önemsiyorum.

Birkaç gün önce Twitter’da yapılan açıklamalar zinciri klasik deyişle “gündemimize  bomba gibi düştü”. Romanlarını büyük bir zevkle okuduğumuz ve kitaplığımızda kendisine nadide bir yer ayırdığımız Hasan Ali Toptaş’a yönelik taciz suçlamaları karşısında ne oluyor diyemeden, kendisinin kabahati kadar büyük itiraf ve özür metnini okuduk. Yeteneğinden hiç kuşku duymadığımız bir yazarın -büyük bir beceriksizlikle diyemeyeceğim, muhtemelen panikle- kaleme aldığı bu metin karşısında yaptıklarının sorumluluğunu hala alamamış, durumun vahametini pek de anlamamış olduğu gerçeği ile karşılaştık.

Bulunduğu ortamdaki (aile, iş yeri, hatta otobüs-metro fark etmeksizin) hiyerarşik veya fiziksel üstünlüğünü kullanarak tacize kalkışanların arasında hiçbir sosyoekonomik sınıf, eğitim düzeyi, yaş gibi ayrımların olmadığını maalesef yeniden gördük.

Basılacak kitapların sanatsal değeri ne olursa olsun, yayıncılık işinin ekonomik boyutunu göz ardı etmemek gerek. Pek çok genç kadın yazarın uğradığı tacizlerin, bunların karşısında sessiz kalma mecburiyetinde hissetmelerinin sebebini çok da basite indirgeyemeyiz. Neden kadın yazar veya şair sayısı az diye sorarken cevap vermeden önce birkaç defa düşünmeliyiz.

Linda Nochlin’in 1971’ de yazdığı ve büyük ses getiren “Neden Büyük Kadın Ressam Yok” isimli makalesi de benzer bir sorunu irdeler. Bu tip bir soru karşısında insanların cevap olarak genelde önemli kadın ressamları ve onların başarılarını sıraladığını ancak bu tarz bir cevabın sanat tarihinin doğru okunması açısından faydalı olsa da sorunun içerdiği olumsuz anlamı pekiştirmekten öteye geçemediğini savunur.

Günümüzde kadın sanatçı sayısı erkek sanatçı sayısını yakalamış ve hatta geçmişken müzelerde, galerilerde, sergilerde, müzayedelerde kadın temsilinin halen az olduğunun altını çizmeli, teorik olarak yeni bir bakış açısı oluşturma ihtiyacını ortaya koymalı ve olumlu gelişmeleri daha görünür kılmalı ve desteklemeliyiz.

Aslına bakarsanız bu sansasyonel olaydan önce bugünkü yazımda yine birkaç gün önce okuduğum bir haberi konu edecektim. DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından yayınlanan asgari ücretle ilgili raporun bazı maddelerine bakalım:

-Asgari ücrete erişemeyenlerin oranı genelde yüzde 17 iken kadınlarda bu oran yüzde 25'i aşıyor. Asgari ücret düzeyinde ve daha düşük ücret alanların oranı genelde yüzde 38 iken, kadınlarda yüzde 49'a yükseliyor. Kadınların yarısı asgari ücret ve daha düşük ücretlerle çalışıyor.

-Özel sektörde kadın işçilerin yüzde 32,5'i asgari ücret altında ücretlerle çalıştırılıyor. Özel sektördeki kadın işçilerin yüzde 9,3'ü ise asgari ücretin yarısının da altında ücretle çalışmaya zorlanıyor. Özel sektörde asgari ücretin oldukça altı ile asgari ücretin yüzde 20 fazlası arasında çalışmak zorunda kalan kadın işçilerin oranı ise yüzde 76'ya çıkıyor.

Raporun çok net bir biçimde yüzümüze çarptığı gibi “bir işte çalışabilen kadınların” yarısının kazançlarının asgari ücret seviyesinde oluşunun altında yatan nedenler ile Türkiye Büyük Millet Meclisi başta olmak üzere kamu organlarında veya özel kuruluşlarda, politikadan sanata ve iş hayatına kadın temsilinin durumu, akıl almaz boyuta gelen kadın cinayetlerinin neredeyse cezasız kalışı, kendinden güçsüze yönlendirilen tacizlerin bu kadar hafife alınışının altındaki nedenlerle aynı elbette.

Kadın mücadelesinde alınacak uzun ve çetrefilli bir yol var. Elbette biz bu yolda yürürken bazıları bu mücadeleye nasıl katkı koyabilirim diye düşünürken bazılarının da “ne zaman ifşa olurum” diye uykusu kaçacak. Bekleyip göreceğiz.