GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Filiz SEZER
YAZARLAR
4 Kasım 2020 Çarşamba

Birlikte iyileşebilmek

30 Ekim 2020 tarihinde sabah güne başlarken çok değil birkaç saat içinde hayatımızın geri dönülemez bir biçimde değişeceğini hiçbirimiz bilmiyorduk. Can kaybı yaşamamış, evi hiç hasar almamışlarımızın dahi hayata kaldıkları noktadan, hiçbir şey olmamış gibi devam edebilmeleri zor görünüyor. Bütün zorlukları ancak birlikte hareket edebilirsek aşabileceğiz. 

2020 yılında dünyada büyüklüğü 6.5’ in üzerinde olan tam 22 deprem oldu. Bunlardan biri Elazığ, diğeri İzmir olmak üzere iki tanesi ülkemizde görüldü. İzmir ve Elazığ’daki depremleri hariç tuttuğumuzda geriye kalan 20 depremde sadece 13 can kaybı yaşanmış. Coğrafi, sosyolojik veya ekonomik alanlardaki her türlü farklılığa rağmen ülkenin doğusuyla batısının eşit olduğu az şeyden birinin yaşanan felaketlerdeki kayıp sayısının çokluğu olması oldukça üzücü bir durum.

Bir yandan kayıpların acılarının yasını tutup diğer yandan yardımlaşma zincirinin bir parçası olmaya çalışırken hepimizin aklına ilk gelen soru elbette bu binaların kimler tarafından nasıl yapıldığı, yapılmış usulsüzlüklere hangi resmi mercilerin göz yumduğu oldu. Haklı olarak hepimiz bir öfke içinde sorumluların ortaya çıkarılmasını ve cezalandırılmasını istiyoruz. Adaletin tecelli etmediği durumlarda yaraların hiç durmadan kanamaya devam ediyor oluşu toplumsal hafızamızın en çok yer kaplayan bölümüdür belki de. Öte yandan “deprem değil, bina öldürür” ifadesinin arkasına saklanıp öfkesini bir kanala aktarabilmiş olmanın verdiği rahatlığa kapılanlardan değilseniz, şehir içinde aldığınız kısa mesafe yollarda dahi farklı şehirlerden gelmiş sirenleri çalan / çalmayan onlarca ambülansa, kurtarma aracına rastlarken bile sürekli bir yürek sıkışması yaşıyorsunuz muhtemelen…

COVID-19 virüsünden kaynaklı pandemi dönemimizde hayatımıza yerleşen sosyal mesafeden kavramından sonra toplumsal acıların da fiziksel mesafe ile ne kadar ilgili olduğunu bir kez daha gördük. Bir acıyı paylaşabilmek, bir afet sonrasında zarar görenlerle empati kurabilmek için sadece insan olmanın yetmediğini her daim bir turnusolkağıdı işlevi olan sosyal medya paylaşımlarıyla yeniden yaşamış olduk.

Ulusal kanallardaki tartışma programlarında sık sık duyduğumuz “İstanbul’ da olsaydı” ile başlayan cümleler ile belli bir kesimin bir felaketi değerlendirebilme kriterinin başka bir şehirdeki olası izdüşümüne bağlı olduğunu görmek gerçekten üzücü. Bunca zorluk içinde üzerinde çok da durulmayacak bir detaymış gibi görünen düşüncenin altında yatan bilinç üzerinden yapılacak çıkarımların da sırası gelecektir elbet. 

Her enkazın altından başka bir acı hikâye çıkarken, özellikle benim gibi Bornovalıysanız kayıplarla ilgili haberlerde tanıdıklarınıza rastlarken, kurtarılan her canda sevinci bile gözyaşlarıyla karşılarken iyi olmaya çalışmak kolay değil.

Bir slogan gibi tekrarlandığı üzere, “şimdi kutuplaşma değil birlik olma zamanı” da olsa bunca acıya yol açmış bu çürük binaların hesabını sormak da ödenen deprem vergilerinin akıbetini sormak da politik olmayı gerektirir. Umut nasıl ki mavi gökyüzüne toz pembe hayaller çizdiren olumlu bir hayalperestlik değil içinde mücadeleyi barındıran bir iyilik hali talebi ise politik yaklaşım da belli bir siyasi parti veya ideolojinin taraftarlığı değil belli bir düşünsel zemine oturtulmuş ve değişim talep eden bir tavırdır. Yaşanan bunca acı sonrasında hepimizin hem umutlu olmaya hem de net bir tavır belirlemeye ihtiyacımız vardır.

Yardım çağrılarının birbiri ardına geldiği ve herkesin elinden geldiğince bu çağrılara yanıt verdiği şu günlerin kritikliği su götürmez bir gerçek. Ancak kalabalık dağıldığında, medya farklı konuları tartışmaya açtığında, yaşanan ilk şoklar atlatılıp günlük hayata dönüldüğünde asıl acı ortaya çıkacak. İşte bu yüzden bu afet sonrasında verdiğimiz ilk tepkilerin sürekliliği çok önemli.

Çünkü sosyal bir toplum da birlikte özgürce eğlenebilmenin yanında zor günde de mücadelede de ortak olmayı gerektirir. İyi olmak için birlikte iyileşebilmeli, ayağa kalkmak için el uzatmalı ve acılarımızı geride bırakıp hayata devam edebilmek için çözümün bir parçası olmalı. Bu sevdiklerini kaybetmiş, maddi olarak zarara uğramış komşularımıza borcumuzdur.

İzmirlinin sosyal belediyeciliği ile, aktif ve etkin sivil toplum kuruluşlarıyla, fırsatçı ve kötücül değil yardımsever, merhametli ve güzel insan çoğunluğu ile bunu yapabileceğine inancım tam.