Türkiye’de hukukun bir kesimin/grubun tekeline girdiği yıllardı.
‘Özel yetkili’ polisler, savcılar ve de mahkemeler adalet saraylarında adeta ‘terör’ estiriyordu.
TSK’nın şanlı subayları; sahte hahamlar, PKK yöneticileri ve cinsi sapıkların şahitliğinde sanık sandalyesinde oturuyor, muhalif duruşuyla bilinen hemen herkes, asker, polis, gazeteci, MİT’çi, sanatçı, öğretmen, hayırsever fark etmiyor, kodesi boyluyordu.
Birbiriyle hiç karşılaşmamış insanların aynı çetenin üyesi yapıldığı, daha kazma bile vurulmadan 'falan yerde' bulunan gömülü silah-mühimmat listesinin devletin televizyonlarından yayınlandığı, dönemin başbakanının ‘ben bu davaların savcısıyım’ diye bas bas bağırdığı’ her yönüyle garip, tehlikeli bir süreçti.
Netekim geçti. Çok şükür geçti.
O özel yetkili arkadaşların çoğu şu anda kaçak… Yani firari!
Adalete o günlerde cep telefonlarına sehven belge-bilgi yüklenen subaylardan daha fazla muhtaçlar.
Hangi özel yetkili mahkeme tarafından verilirse verilsin, toplumsal vicdanda karşılık bulmayan her kararın temyizinin mümkün olduğunu öğretti bize bu süreç.
Bugün hala aynı hataları tekrarlıyor olsak da biliyoruz ki bugünler de geçecek.
Keser dönecek, sap dönecek ve gün gelip hesap dönecek.
Bundan tam altı yıl önceydi. 2 Nisan 2011.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yüzlerce polis eşliğinde operasyon düzenlendi.
Çok sayıda üst düzey bürokrat gözaltına alındı.
Bir ay sonra yapılacak seçime odaklanan kentte herkes şaşkındı.
Operasyonun yapıldığı saatlerde İzmir’den aday gösterilen Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’na nezaket ziyareti için gidiyordu.
Onlar da en az bizler kadar şaşkındı.
Hatta vekil adaylarından biri olan İzmir’in tecrübeli siyasetçilerinden hukukçu Ali Aşlık, ‘Asıl operasyon bize yapıldı’ diyecek kadar ileri gidebiliyordu.
Velhasıl kısa süre sonra operasyonun gerekçeleri ortaya çıkacaktı.
Büyük bir çete davasıyla karşı karşıyaydık.
Çetenin başı Aziz Kocaoğlu’ydu... Tam 397 yıl hapsi isteniyordu İzmir’in başkanının…
Genel Sekreter Pervin Şenel Genç, iki yıla yakın tutuklu yargılandı. Pek çok bürokrat, üst düzey yönetici bir yıla yakın hapis yattı.
Karşı çıktık…
Tüm gücümüzle bunun İzmir’e yönelik bir kumpas girişimi olduğunu haykırdık.
Biz de yargılandık… Özel yetkili savcı talimatıyla…
Ama gerçekleri haykırmaktan bir an bile olsun geri durmadık.
Bu davanın operasyon hazırlığını yapan savcısının Yargıtay üyesi yapılmasından başlayarak hazırlık aşamasındaki hakimin ‘mahkeme başkanı’ olarak taltif edilmesine kadar ne var ne yok kaleme aldık.
İddianameden örnekler sıraladık.
Büyükşehir Belediyesi’nin okullara dağıttığı mandalinadan, süte kadar her şeyin sorgulandığı ve normal şartlar altında madalya verilmesi gereken bu davranışların ‘çete soruşturmasına’ delil yapılmasını ‘akıl tutulması’ olarak tanımladık. Bir belediyenin belediye otoparkını belediye şirketine verdiği için yargılanmasının ne denli komik olduğunun altını çizdik.
Ve o günlerden aklımda kalan en önemli detay Başkan Kocaoğlu’nun Torbalı konuşmasıydı.
Kenti arkasına alan Kocaoğlu’nun ‘arkadaşlarımı bırakın, beni alın’ diyerek başladığı ve ‘adalet bir gün size de lazım olacak’ sözlerinin ne denli anlamlı olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor.
İki gün önce davanın bir duruşması daha yapıldı. Sanık sandalyesinde oturanlardan Ahmet Faik Akıncı’nın “Ben bu davaya yoldan geçerken alınıp atılmış birisiyim. Ben ne belediye de çalışıyorum, ne ihaleye girdim, ne ihaleden dosya aldım. Ben bu davaya kadar İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yolunu bilmezdim. Ama ben İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çok yolsuzluk yaptım. Beni yargılayacaklarsa orada yargılasınlar. Bu nedenle bu davaya dahil edildim. Üsküdar, Bahçelievler, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Küçükçekmece, Mamak, Kayseri, Gaziantep Büyükşehir Belediye’lerinin dosyalarını inceleyin. Fethullah Gülen’e hakaret ettiğim için bu davaya dahil edildim” sözleri İzmir’in tarihi çete davasının ne denli büyük bir kumpas davası olduğunu anlatan örneklere bir yenisini ekliyordu.
Ama iki gün önceki duruşmada dikkat çeken sadece Akıncı’nın sözleri değildi. Davanın başından bu yana mahkemeye görevsizlik çağrısı yapan savunma avukatı Mahmut Yılmaz’ın çok önemli tespitleri vardı. Mahkeme heyetine altı maddelik bir savunma veren hukukçu Yılmaz’ın dikkat çektiği çok önemli bir ayrıntıya takıldım. Bana uzun bir süre sonra yeniden bu davayı kaleme aldıran da bu ayrıntıdır.
İzmir kamuoyunun aylar hatta yıllarca bir numaralı gündem maddesi olan davanın bir an önce ‘diğer kumpas davaları’ gibi bitirilmesi çağrısı yapan Avukat Yılmaz’ın mahkemeye sunduğu metinde şu ifadeler var.
(Özel yetkili mahkemelerin lağvedilmesini düzenleyen) 6526 sayısı kanunun yürürlük tarihinin üzerinden 25,5 ay geçti. Bu süre içerisinde 7 duruşma yaptık. Diğer bir değişle 7 defa dosyanın kapağını açtık ve kapattık. Yaklaşık bir buçuk yıldır da Anayasa Mahkemesi kararı bekliyoruz. Biz Godot’yu bekler gibi Anayasa Mahkemesi kararı beklerken; diğer kumpas davaları beklemedi karar verdiler.