GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
21 Nisan 2016 Perşembe

Tarihi dava, tarihi savunma…

Türkiye’de hukukun bir kesimin/grubun tekeline girdiği yıllardı.
‘Özel yetkili’ polisler, savcılar ve de mahkemeler adalet saraylarında adeta ‘terör’ estiriyordu.
TSK’nın şanlı subayları; sahte hahamlar, PKK yöneticileri ve cinsi sapıkların şahitliğinde sanık sandalyesinde oturuyor, muhalif duruşuyla bilinen hemen herkes, asker, polis, gazeteci, MİT’çi, sanatçı, öğretmen, hayırsever fark etmiyor, kodesi boyluyordu.
Birbiriyle hiç karşılaşmamış insanların aynı çetenin üyesi yapıldığı, daha kazma bile vurulmadan 'falan yerde' bulunan gömülü silah-mühimmat listesinin devletin televizyonlarından yayınlandığı, dönemin başbakanının ‘ben bu davaların savcısıyım’ diye bas bas bağırdığı’ her yönüyle garip, tehlikeli bir süreçti.

Netekim geçti. Çok şükür geçti.
O özel yetkili arkadaşların çoğu şu anda kaçak… Yani firari!
Adalete o günlerde cep telefonlarına sehven belge-bilgi yüklenen subaylardan daha fazla muhtaçlar.
Hangi özel yetkili mahkeme tarafından verilirse verilsin, toplumsal vicdanda karşılık bulmayan her kararın temyizinin mümkün olduğunu öğretti bize bu süreç.
Bugün hala aynı hataları tekrarlıyor olsak da biliyoruz ki bugünler de geçecek. 
Keser dönecek, sap dönecek ve gün gelip hesap dönecek.

Bundan tam altı yıl önceydi. 2 Nisan 2011.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yüzlerce polis eşliğinde operasyon düzenlendi.
Çok sayıda üst düzey bürokrat gözaltına alındı.
Bir ay sonra yapılacak seçime odaklanan kentte herkes şaşkındı.
Operasyonun yapıldığı saatlerde İzmir’den aday gösterilen Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’na nezaket ziyareti için gidiyordu.
Onlar da en az bizler kadar şaşkındı.
Hatta vekil adaylarından biri olan İzmir’in tecrübeli siyasetçilerinden hukukçu Ali Aşlık, ‘Asıl operasyon bize yapıldı’ diyecek kadar ileri gidebiliyordu.
Velhasıl kısa süre sonra operasyonun gerekçeleri ortaya çıkacaktı.

Büyük bir çete davasıyla karşı karşıyaydık.
Çetenin başı Aziz Kocaoğlu’ydu... Tam 397 yıl hapsi isteniyordu İzmir’in başkanının…
Genel Sekreter Pervin Şenel Genç, iki yıla yakın tutuklu yargılandı. Pek çok bürokrat, üst düzey yönetici bir yıla yakın hapis yattı.
Karşı çıktık…
Tüm gücümüzle bunun İzmir’e yönelik bir kumpas girişimi olduğunu haykırdık.
Biz de yargılandık… Özel yetkili savcı talimatıyla…
Ama gerçekleri haykırmaktan bir an bile olsun geri durmadık.
Bu davanın operasyon hazırlığını yapan savcısının  Yargıtay  üyesi yapılmasından başlayarak hazırlık aşamasındaki hakimin ‘mahkeme başkanı’ olarak taltif edilmesine kadar ne var ne yok kaleme aldık.
İddianameden örnekler sıraladık.
Büyükşehir Belediyesi’nin okullara dağıttığı mandalinadan, süte kadar her şeyin sorgulandığı ve normal şartlar altında madalya verilmesi gereken bu davranışların ‘çete soruşturmasına’ delil yapılmasını ‘akıl tutulması’ olarak tanımladık. Bir belediyenin belediye otoparkını belediye şirketine verdiği için yargılanmasının ne denli komik olduğunun altını çizdik.
Ve o günlerden aklımda kalan en önemli detay Başkan Kocaoğlu’nun Torbalı konuşmasıydı.
Kenti arkasına alan Kocaoğlu’nun ‘arkadaşlarımı bırakın, beni alın’ diyerek başladığı ve ‘adalet bir gün size de lazım olacak’ sözlerinin ne denli anlamlı olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor.

İki gün önce davanın bir duruşması daha yapıldı. Sanık sandalyesinde oturanlardan Ahmet Faik Akıncı’nın “Ben bu davaya yoldan geçerken alınıp atılmış birisiyim. Ben ne belediye de çalışıyorum, ne ihaleye girdim, ne ihaleden dosya aldım. Ben bu davaya kadar İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yolunu bilmezdim. Ama ben İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çok yolsuzluk yaptım. Beni yargılayacaklarsa orada yargılasınlar. Bu nedenle bu davaya dahil edildim. Üsküdar, Bahçelievler, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Küçükçekmece, Mamak, Kayseri, Gaziantep Büyükşehir Belediye’lerinin dosyalarını inceleyin. Fethullah Gülen’e hakaret ettiğim için bu davaya dahil edildim” sözleri İzmir’in tarihi çete davasının ne denli büyük bir kumpas davası olduğunu anlatan örneklere bir yenisini ekliyordu.

Ama iki gün önceki duruşmada dikkat çeken sadece Akıncı’nın sözleri değildi. Davanın başından bu  yana mahkemeye görevsizlik çağrısı yapan savunma avukatı Mahmut Yılmaz’ın çok önemli tespitleri vardı. Mahkeme heyetine altı maddelik bir savunma veren hukukçu Yılmaz’ın dikkat çektiği çok önemli bir ayrıntıya takıldım. Bana uzun bir süre sonra yeniden bu davayı kaleme aldıran da bu ayrıntıdır.
İzmir kamuoyunun aylar hatta yıllarca bir numaralı gündem maddesi olan davanın bir an önce ‘diğer kumpas davaları’ gibi bitirilmesi çağrısı yapan Avukat Yılmaz’ın mahkemeye sunduğu metinde şu ifadeler var.
(Özel yetkili mahkemelerin lağvedilmesini düzenleyen) 6526 sayısı kanunun yürürlük tarihinin üzerinden 25,5 ay geçti. Bu süre içerisinde 7 duruşma yaptık. Diğer bir değişle 7 defa dosyanın kapağını açtık ve kapattık. Yaklaşık bir buçuk yıldır da Anayasa Mahkemesi kararı bekliyoruz. Biz Godot’yu bekler gibi Anayasa Mahkemesi kararı beklerken; diğer kumpas davaları beklemedi karar verdiler.

-Ergenekon davası sonuçlandı; sanıklar beraat ettiler.
-Balyoz davası sonuçlandı; sanıklar beraat ettiler.
-Kafes davası sonuçlandı; sanıklar beraat ettiler.
-İstanbul askeri casusluk davası sonuçlandı; sanıklar beraat ettiler.
-İzmir askeri casusluk davası sonuçlandı; sanıklar beraat ettiler.
-Oda TV davası sonuçlandı; sanıklar beraat ettiler.
-Şike davası sonuçlandı; sanıklar beraat ettiler.
Bir bizim davamız sonuçlanmadı, bir de KCK davası.
15 Ocak itibariyle İstanbul 3.Ağır Ceza Mahkemesi de beklemeyi bıraktığından yakında o davada sonuçlanacaktır.
Geriye sadece biz kalıyoruz.


Anayasa Mahkemesi’ne neden/kim için başvurulacağını detaylarıyla anlatan ve Anayasa Mahkemesi kararını beklenmeden karar veren öteki kumpas davası duruşmalarından örnekler sunan Yılmaz, ‘zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir’ diyerek o dava sürecinde üretilen delillerin sahteliğine dikkat çekiyor.
Yılmaz ayrıca 25,5 ay önce yürürlüğe giren özel yetkili mahkemelerin kapatılmasını düzenleyen 6526 sayılı yasanın felsefesini de şu sözlerle anlatıyor:
6526-DGM lerin, Özel Mahkemelerin, Terör Mahkemelerinin kaldırılmasıdır.
6526-Ülke yargısının normalleşmesidir.
6526-Komploların, kumpasların, iftiraların, zulümlerin sonudur.
6526-Ülke yargısını ele geçirmiş bir yapıdan yargılama hakkının geri alınmasıdır.
6526-Delil üreten merkezlerin kapatılmasıdır.
6526-Karşı devinimin deşifresidir.
6526-Savunma hakkıdır, adil yargılanma hakkıdır, doğal hakim önüne çıkarılma hakkıdır.
6526-Emniyet ve yargının bir yapıya teslim edildiğinin itirafıdır.
6526-Özgürlüğün anahtarıdır.
Diğer Mahkemeler bu anahtarı kullandı ve tüm sanıkları beraat ettirdi özgürlüğüne kavuşturdu.
Biz ise kapının zili, duvarın boyası anahtarın pası diyoruz bir türlü kapıyı açmaya yanaşmıyoruz.


Yılmaz’ın 6 sayfalık savunmasında bir makaleye sığmayacak kadar önemli detaylar var.
Benim anlamadığımsa şu…
Gerek öteki kumpas davalarından, gerekse yasa-anayasa maddelerinden verdiği somut örneklerle haklı olduğu kilometrelerce öteden görünebilen Avukat Yılmaz diğer savunma avukatları tarafından neden yalnız bırakılıyor?
Onlar Türkiye’deki kumpas davalarının tamamının Anayasa Mahkemesi kararı beklenmeden bitirildiğini, beraatla sonuçlandırıldığını görmüyorlar mı? Onlar savunma yaptıkları davanın Türkiye’de ‘özel yetkili’ dönemden kalan iki davadan biri (KCK’dan sonra) olduğunu görmüyorlar mı?
Anayasa Mahkemesi kararı beklenmeden davaya devam edilerek beraatla sonuçlandırılmasından kimin ne zararı var ya da?
Her neyse… Avukat Yılmaz’ın ifadesiyle 2 yıldır yani 7 celsedir 7 defa dosyanın kapağını açıp kapatmaktan ibaret olan ve bir arpa boyu yol kat edilemeyen tarihi davanın artık tarihin tozlu raflarına kaldırılma zamanı gelmiş ve de geçmiştir.
Öteki kumpas davalarında Yargıtay onaylarından sonra bile beraat kararı verilirken hapislerde çürütülenler tazminatlarını çoktan almışken İzmir’deki örnekte mağduriyetin hala devam ediyor olması kabul edilebilir bir şey değildir.
Ve unutulmamalıdır ki burası Türkiye’dir…
Kimin ne zaman hangi davanın avukatı/savcısı olacağının belli olmadığı, dengelerin her an herkes lehine/aleyhine değişmesinin mümkün olduğu bir ülke…
Yani hukukun da çoğunlukla göreceli sayıldığı bir ülke… Böyle bir ülkede böylesine garip bir davanın içindeyken ve benzer tüm davalar beraatla sonuçlanmışken, yakalanan bir fırsatın değerlendirilmemesini, savunma avukatlarının ‘koro halinde’ ‘beraat istiyoruz, beraat istiyoruz’ diye haykırmamasını, iki yıldır Godot’u bekler gibi beklenmesini doğrusu benim mantığım almıyor. Sizinkini bilemem…