GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
12 Ocak 2012 Perşembe

Siz de ‘mutsuz ama keyifli’ olanlardan mısınız?

Her Salı günü, her zaman yaptığımız gibi, Söz Meclisten İçeri programı için bir araya gelip ‘bir haftalık İzmir/Ege/Türkiye gündeminden hangi maddeleri programın konuşma konuları yapacağımızı’ konuşuyoruz kendi aramızda. Ümit, Nedim ve ben. Bazen aramıza Ege TV Genel Müdürü sevgili Mehmet Karabel de katılıyor, eğer katılamazsa, programa bir saat kala yaptığımız görüşmede, o da önerilerini/görüşlerini dile getiriyor ki; o bir buçuk saatte söz ‘meclisten dışarı” kalmasın…
Resmi bir görüş alışverişinden söz etmiyorum; sonuçta birbirini uzun yıllardır tanıyan dört gazetecinin, program öncesi yaptığı bir tür zihin turunu/meslek çalışmasını anlatıyorum.
 
Tekrarını bu Pazar (isterseniz/12.00’dee) izleyebileceğiniz Salı günkü program için de aynı zihin turunu attık aramızda. Egedesonsöz’ün bürosunda Nedim ve Ümit’le birlikte. Ve gündemin ilk maddesinin, Nedim’in önerisiyle hiç tartışmasız (ki genelde ortaya atılan önerileri çokça tartışırız) ‘ülkede/kentimizde yaşanan mutsuzluk/gerginlik/endişe üzerine’ olması konusunda anlaştık.
Türkiye (ve elbette İzmir) kabuk değiştiriyor ve bu değişim, hepimizi şu ya da bu şekilde derinden etkiliyor; yüzlerde hep ‘neler oluyor’ sorusu/telaşı/üzüntüsü/endişesi okunuyor; çoğunluk kısık sesle bildiklerine/güvendiklerine soruyor bu soruyu fısıltıyla…
Ve elbette, şunu da not etmem lazım. Her zaman/her dönemde olduğu gibi bir grup da var ki… ‘Amaaaannn, bana ne yahu? Yesinler birbirlerini. Ben dalgama bakarım’ tadında, suya sabuna asla dokunmadan, günübirlik yaşamaya devam ediyor, olup bitenle asla ve kat’a zerrece ilgilenmiyor. En küçük bir üzüntü, bir endişe, bir karamsarlık duymamayı başararak (evet, elbette büyük bir başarıdır bu) hayatını sürdürüyor.
* * *
Bizim kendi aramızda yaptığımız gündemle, sevgili Karabel’in düşündüğü gündemin birbirini tutmadığı/örtüşmediği günler olmuştur doğal olarak. Ve kendi aramızda bunun muhasebesini yaparak, ‘ortak akılda’ buluşarak çıkmışlığımız vardır programa.
Ama bu kez… Geçen Salı… İlk kez… Daha konuşmaya başlamadan anlaşmaya varmış olmamız… Sahiden de yazmaya değer geldi bana…
Daha Ege TV’deki odasına girer girmez, son yazımın onu ne kadar etkilediğini anlatarak başladığı sözlerini, yazının son paragrafından aldığı çıkışı programı yöneten Nedim Atilla’ya uzatarak sürdürdü Karabel. ‘Bence bu bölüm, programda okunmayı hak ediyor’ dedi.
Neydi o bölüm?
‘Yorganın altına giresim, uyuyasım ve gözlerimi açtığımda, kendimi/ülkemi/kentimi, ‘normal’ bir hayatı yaşarken bulasım var..
Bütün olanı/biteni seyrediyor olmaktan, kendimi; hayatı bir mahcubiyet gibi yaşıyor hissetmekten yorgunum dostlar.
Umutsuz değil ama feci yorgun…’
Daha konuşmadan gündemin ilk maddesinin ne olduğunda anlaşmıştık. İlk kez.
 
Her gün tutuklama haberleriyle sarsılırken,
Her gün yargı hakkında (ki insan olan herkes için hep bir son nokta, hep bir tutunacak, tutunduğunda kırılmayacak sağlam bir dal olarak bakılan) aman tuz kokmasın denilen bir sistemle ilgili derin kuşkular duyarken,
Sağanak gibi gelen operasyonları anlamaya/anlamlandırmaya çalışırken,
Ölüm haberleriyle yoğrulurken,
Tutuklu yakınlarının gözyaşlarına, üzüntülerine, çaresizliklerine tanıklık ederken,
Gözümüzün önünde nasıl haksızlıklar yaşandığını izlerken,
Özel/kişisel dünyamızda yaşadığımız karmaşaların yanı sıra bir de meslekte hayatta kalma/ayakta sağlam durma mücadelesi verirken,
Bunca kötü haberler bombardımanı altında, üstelik gazeteci olduğun için bu bombardımandan (kanal değiştiririm/gazete okumam) diyerek kaçma/saklanma imkanı bulamazken,
Bütün yaşananları doğru cümleleri seçerek izleyene/okuyana ulaştırma gibi ağır bir sorumluluğun sahibiysen eğer…
Elbette yorgunluktan kaçamıyorsun işte…
 
Ama… Ne CHP’deki bitmek bilmeyen kaoslar, ne AKP’de kongreler sırasında yaşanan/çevrilen dümenler, ne profesörlerin tekrar tekrar söyledikleri deprem korkusu, ne odalarda/modalarda yaşanan iktidar efelenmeleri… Hiçbirisi, izleyenlere ‘neler oluyor bu ülkeye’ sorusunun konuşulması/bu noktada duyguların aktarılması kadar sahici gelmedi. Bu kadar denk şekilde karşılığını bulmadı.
Program sırasında ve sonrasında… Öyle çok katılan oldu ki bu duygumuza/endişemize… Telefon yağdı, mail yağdı; yağmaya da devam ediyor Salı’yı geçmemize rağmen…
Aynı duyguları/düşünceleri paylaşanlar, düşündüklerinin dile getirildiği bir programı, endişelerini dağıtmasa da, üzüntülerini geçirmese de ‘bizim gibi düşünen birileri de varmış’ duygusuyla izlediklerini ve ‘tek başına’ olmadıklarını görerek sevindiklerini dile getirmeye devam ettiler, ediyorlar da…
*
Yeni keşfim olan ve müthiş bulduğum, içinde gezinirken kendimi unuttuğum egeoistokur.com sitesinde, bir ay önce Habertürk’te yayımlanmış ama dikkatimden kaçmış bir röportaja rastladım. Röportaj yapmak kadar, (sadece) iyi yapılmış röportajları da okumaktan büyük keyif alan biri olarak, Gülenay Börekçi imzası taşıyan bu röportajı, bir solukta okudum. Psikiyatr, yazar ve yayıncı Cem Mumcu ile yapılmış röportajda, bir soru üzerine Mumcu şöyle diyordu:
“Büyük Ev Ablukada diye bir grup var, şarkılarında “Mutsuzum ama keyfim yerinde” diyorlar. Çağın acısını anlatıyor bence. Herkes çok mutsuz, ama keyfinin yerinde olmasını bekliyor. Böyle bir boşuna bekleyişle geçiyor hayatımız.
Bara gitsem, bir kadın bana yaklaşsa, ama diyelim ki mutsuz olduğunu fark etsem, keyfi de yerinde değilse, onun yanında olmayı isteyebilirim. Fakat mutsuzsa ve bir de keyfi yerindeyse eğer, kaçarım… Feci bir şey çünkü. Oradaki iki yüzlülük dayanılmaz. Kovanın dibindeki deliği neyle dolduruyorsun sen? Her şeyi deneyebilirsin, seksi, uyuşturucuları, aşk zannettiğin şeyi, parlak parlak giysiler giyip haldır huldur dans etmeyi, ama işe yaramaz.”
 
Kendi adıma söylüyorum; evet mutsuzum. Ama ne mutlu ki, ‘mutsuzum ama keyfim yerinde’ klibi çekmiyorum, Mumcu’nun ifadesiyle ‘ikiyüzlülük’ yapmıyorum.
Meslektaşlarımla Salı günü yaptığımız Söz Meclisten İçeri, bence işte tam da bu yüzden karşılık buldu: İkiyüzlülük yapmadan, sahiden gerçek duygularımızı dile getirdiğimiz için. ‘Sadece bu duruma mahsus’, şöyle diyebilirim: Mutsuzum ama keyfim yerinde.
Çünkü aynı duyguda buluşmak, yalnız olmadığını bilmek, mutsuz olsak bile bugünün Türkiyesi’nde sahiden, ‘anlık’ da olsa keyif verecek bir durum. En azından bi şey.
Halimiz bu işte… ‘En azından’la yetinmek…