GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
31 Ekim 2012 Çarşamba

Simit de katır katur hayat da…

“Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya” dizelerini öylesine sık hatırlatıyor ki bu yüzü asık hayat bana; muhtemelen size de… İnce ince sızlıyor içim. Hayatın her alanında hem de.
 
Durup köşedeki simitçiden simit alırken, simitçinin ‘25 kuruş daha vereceksin’ ikazı mesela, çok geçmişte kalmış gazeteciliğe götürüyor beni bazen.
Daha önce ’10 kuruş daha vereceksiniz’ uyarısını hatırlayıp bu kentte gevreğin/simidin ‘50-60-75 kuruş’ gibi üç ayrı fiyattan satıldığını fark edişimi.
Yıllar öncesindeki gazetecilikte bunun birinci sayfaya taşınacak, büyütülecek/hesap sorulacak bir haber olduğunu, ama bugün üç ayrı simit fiyatının konu bile olmayışını.
Günümüzde gazeteciliğin hep büyük, daha büyük, en büyük haberler arayışında gezindiğini. Aslında hayata dokunan küçükmüş gibi görünen önemli ayrıntıların nasıl da es geçildiğini… Geçtiğimi. Bazen 50, ben 60, bazen 75 kuruş verip simit aldığımı, kafamda ‘simit aynı simit, niye üç ayrı fiyat’ diye söylenirken bile bunu yazmaya değer bulmayışımı. Önemli haberler/önemli adamlar/önemli kadınlar arasında kimi zaman bir yoksulun yemeği, kimi zaman kahvaltının olmazsa olmazını küçük sayıp omuz silktiğimi.
Oysa. Oysa ki, simit fiyatına omuz silkerken aslında, bu ülkedeki asgari ücrete omuz silkiyorsun sen.
Açlık sınırının bile altında olan asgari ücreti, dile bile getirmemiş oluyorsun. O asgari ücrete çoktan razı kaç işsizi..
‘Kaç simit alınabiliyor asgari ücretle’ haberlerini ne çabuk unuttun, ne zaman dudak kıvırmayı öğrendin sen de.
Bu kentte günde satılan gevrek/simit sayısı 1.5-2 milyon oysa. Yarısı keyfi yese, yarısının bir öğünü. Eti, salatası, sütü, tatlısı. 
 
“Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler” diyor Gülten Akın İlkyaz’da.
“Durup ince şeyleri anlatmaya
Kimselerin vakti olmasa da…”
29 Ekim’de yaşanan rezaleti, geç ergenlik yaşayan bir milletvekilinin İstanbul procesini, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında tel üzerinde oynanan ince oyunları, ölmeye yatmış Kürtleri/ölümün sınırındaki bedenleri, fener alayında Kordon’da birikmiş çöp dağlarının yanından/berisinden sekerek yürürken ‘Ah bu kentin ne çok keşkesi var’ mırıldanmalarını… Hepsini atlayıp gevreğin niye üç fiyatlı olduğunu düşünüyorum uzun uzun. Büyük olayların yorduğu kafamı, küçük bir dünyada dinlendiriyorum belki.
Belki de sırf dinlenmek için Gevrekçiler Odası Başkanı her kimse, aramaya dahi kalkışmıyorum. “Gramajları farklı” diyeceğini tahmin ettiğimden değil. Nasıl olsa, ne diyecekse desin, hiçbir şeyin değişmeyeceğini bildiğimden. ‘Kim denetliyor o zaman gramajları, eksik bulduğunda kim cezalandırıyor’ diye sormanın dahi anlamsızlığından.
 
"Şiir fesleğen çiçeği gibi. Geçerken eliniz değer, müthiş bir koku; genziniz bayram eder. Şiirin az okunması değil mesele, hayatımızdan iyice çekilmesi acı. Şiir sadece sözcüklerle yazılmaz. Bazen bir jest, bir mimik, bir ince marifet de şiir olabilir. Katır kutur bir hayat yaşıyoruz. Mizah ve şiir bu hayatı biraz inceltmeye çalışıyor" diyor Metin Üstündağ bir söyleşide şiir hakkında.
Şiir yazamasam da hayatımızdan haber olmaktan çıkmış bir haberle, elinize bir fesleğen de ben değdirmek istemişimdir belki. Belki de ondandır ‘3 gramajlı, 3 fiyatlı simit’ yazısı. Eminim, sadece bundandır…