GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
12 Ocak 2012 Perşembe

Liberalizmin sefaleti üzerine

Tek kutuplu dünya düzeninde, liberaller ile muhafazakarların ittifakıyla başlayan ve dünyanın hayırla anmayacağı bir dönem son buluyor.
 
İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda 1948’de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin ilanından sonra, Birleşmiş milletler, öncellikle yoksullukla savaşmak ve toplumsal ilerlemeyi sağlamak için, ‘gelişme’ sözcüğüyle -Türkçede ‘kalkınma’ ile- ifade edilen ideali, hemen hemen bütün ülkelerin ulusal politikalarının ana amacı olarak getirmiştir. Bu amaç doğrultusunda, “gelişmiş”, “azgelişmiş” veya “gelişmekte olan” ülkeler olarak kategorize edilen ülkelerin kullandıkları kriter “milli gelir” ve “sanayileşme” olmuştur.
Ölümcül bir rekabetle sürdürülen gelişmeci politikalar, gelişmiş ülkelerde yüksek refah sağlarken, gelişmekte olan veya azgelişmiş ülkelerde sosyal refah sağlayamamış, sosyal adaletsizliği çoğaltmıştır.
Gelişmiş ülkelerin verdikleri borçlar, gelişmekte olan ülkelerde kalkınma sağlamadığı gibi, zenginle yoksul arasındaki uçurumu büyütmüş, az sayıdaki zengin ülke ile çok sayıdaki yoksul ülke arasındaki uçurumu iyice açmıştır.
 
Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin sözleriyle; “Dünya nüfusunun neredeyse yarısı günde, 2 dolardan az bir gelirle geçinmek zorunda. Yaklaşık 1.2 milyar insan, … günde 1 dolardan az bir gelirle yaşam savaşı veriyor.” (Biz Halklar, 21. yüzyılda Birleşmiş Milletlerin Rolü.)
 
Kopenhag Zirvesinin sonuç belgesinde şöyle denmektedir:
a) Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda, zengin ile yoksul arasında uçurum genişlemiştir. Dahası, gelişmekte olan bazı ülkelerin hızla büyüyor olmalarına karşın; gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler arasındaki uçurum genişlemiştir;
b) Yeryüzünde bir milyardan fazla insan, akıl almaz bir yoksulluk içinde yaşamakta, çoğu da her gün aç kalmaktadır.
Üçüncü Dünyada geniş halk kitleleri ilerlemenin hiçbir nimetinden yararlanamıyorlar.
 
Kopenhag Zirvesinden beş yıl sonra Cenevre Zirvesi sonuç belgesinde şunları okuyoruz:
“Genel Sekreterin analitik raporunda belirtildiği gibi, Kopenhag Zirvesinden bu yana bir ana gelişme, devletlerin içindeki ve devletlerarasındaki eşitsizliğin artmakta devam etmesidir.”
 
Uluslararası belgelerde de belirtildiği gibi gibi, 65 yıldır sürdürülmekte olan kalkınma ve gelişmeye dayalı politikalarla, uluslararası sistemin getirdiği hedeflere ulaşılamadı; aksine, durum daha da kötüledi.
Son 35 yıl içinde, tek kutuplu dünya düzeninde, sosyalist sistemin çöküşünden sonra hiçbir mazereti kalmayan kapitalist sistem, her şeyi çok daha kötü bir noktaya getirdi. Yeryüzü borç içinde yüzüyor; eşitsizlik ve adaletsizlik hiç olmadığı kadar arttı. Ekonomik ve sosyal dengeler yoksulların aleyhine iyice bozuldu.
Kapitalistler ise, servetlerini büyütmek için hayli sofistik enstrümanlar kullanarak para kazanırlarken ölçüyü kaçırıp olmayan paraları da kazanmaya başladılar. Bu yüzden, finans sistemi ciddi bir kriz yaşıyor.
Küresel politikaların neden olduğu global sorunlar, çevre sorunları, gurup haklarına indirgenmiş insan hakları, bölgesel savaşlar, ticaret tekelleri tarafından bitirilmiş küçük esnaf ve tüccar, yaygın köktendincilik, mikro milliyetçilik, sistemde paradigma çökmesine yol açacak gelişmeleri tetiklemiş bulunuyor.
 
Küresel politikalar gereği öne çıkan özelleştirmeye dayalı serbest pazar ekonomisi, sivil toplum, demokrasi ve insan hakları ile anılan ‘liberal dönem’ sürdürülebilir olmaktan hızla uzaklaşıyor.
Dünya, daha devletçi, daha az demokratik, daha az sivil toplumcu, sosyal refah ve sosyal güvenlik politikalarının gerilediği bir dönemi yaşamaya hazırlanıyor.
 
Amerikan rüyasının hayalleri süslediği “VİP”lerin dönemi son bulurken, kapitalistlerin dizginlenemez iştahlarının neden olduğu bir krizin daha faturası halklara çıkarılıyor.