GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
9 Ocak 2012 Pazartesi

Türkiye geleceğini ararken...

Türkiye’de 2000’li yıllar boyunca yaşananlar ve elan yaşanmakta olanlar bir gerçeği işaret ediyor; ülke genelinde yeni arayışlar toplumun bütün katmanlarına yayılarak sürüyor ve sosyal değişim mevcut yapıyı zorluyor.
Değişim ihtiyacı sadece ülkenin iç dinamiklerinden değil fakat aynı zamanda dış dinamiklerden de kaynaklanıyor.
 
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sonrasında, Atatürk’ün önderliğinde Cumhuriyet kurulurken, yeryüzünde emperyal dönem kapanmış, ulus devletler dönemi başlamıştı. Yeni Cumhuriyet, bu değişimin eseri oldu. Türklerin laik, milli, sosyal hukuk devleti tarih sahnesinde yerini aldı.
 
Bugün ülkede yaşanmakta olan sosyal sorunların büyük ölçüde etnisite ve din guruplarının laiklik ve milliyetçilik ilkelerinden duydukları rahatsızlık sonucu ortaya çıktığını biliyoruz. Bu gurupların, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri ve kuruluş felsefesiyle sorunlu oldukları kimsenin meçhulü değil.
Diğer yandan, uluslararası sistemin yeni bölge politikalarında Türkiye’ye verilen rolün gereği, ordunun ve devletin yeniden yapılandırılması için ülke üzerinde ağır baskı var; ulus devlet, kamusal düzen, adalet, dış politika masaya yatırıldı.
Ekonomi zaten kapitalist sisteme göbeğinden bağlı olduğundan, sistem açısından sorunlu alan olarak görülmüyor. Oradaki sorun, yoksul halkın sorunudur.
 
Ülkede yaşanagelen sosyal çatışmaların siyasal çözümü konusunda konsensüs sağlanamadığı  için sorunlar giderek büyüyor ve kronikleşiyor. İktidar olsun muhalefet olsun, sorunların çözümüne dair pek ikna edici şeyler söylemiyorlar.
Değişim politikalarını savunarak ve laik Cumhuriyet’e, ulus devlete adeta meydan okuyarak iktidar olan AKP’yi 10 yıllık iktidar dönemi artık nasıl değiştirdiyse; Başbakan, eleştirdiği ceberut devleti savunur oldu. Devletin kurumlarını kendi siyasi çizgisinde insanlarla dolduran AKP iktidarı birden bire devlet sorumluluğunu hatırladı.
 
Uzun süre iktidarda kalan siyasi kadrolarda kemikleşen bünye reflekslerini yitiriyor, karar ve icra organları kireçlenmiş beden gibi kıpırdayamaz hale geliyor.
Statükoyu yıkmaya gelip kendini statükoyu savunur halde bulmak, bilinen bir savrulma halidir. Bu yüzden değil mi, nice lider iktidara mazlum geldi zalim gitti.
Cumhuriyet’i dönüştüreyim derken kendileri birer zalime dönüşen İslamcı kadrolar, gördükleri zulmün çok fazlasını yapıyorlar veya yapılmasını talep ediyorlar.
Bütün dert ‘iktidarda kalmak’ olunca, insancıl değerler kağıt parçası gibi buruşturulup çöpe atılabiliyor.
Rövanş almaya gelenlerin iktidarında Türkiye’nin geleceği yok. Toplumun yüzde ellisinin verdiği destek bu gerçeği değiştirmez.
 
Muhalefete gelince, ana muhalefet önceleri Atatürkçü düşünceyi, ulus devleti, laiklik ve milliyetçilik ilkelerini kararlı bir şekilde savunuyordu. Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine yaslanarak mevcut durumu savunmak dışında siyaset üretemeyen CHP, liderini değiştirdi, politikalarını gözden geçirmeye başladı. Partinin sosyal demokrat kimliği öne çıkacak gibi; fakat yaşanan değişimin tutup tutmayacağı henüz belli değil.
Parlamentodaki diğer iki muhalefet partisine gelince, biri Türk milliyetçiliğini savunuyor, diğeri Kürt milliyetçiliğini…
Millet Meclisi, bu görüntüsüyle pek umut vermiyor.
 
Cumhuriyet devriminin ve Türk Aydınlanmasının dışında kalan kesimlerden gelen baskılar, ülkeyi yapısal değişime zorluyor.
Bundan bin yıl önce, Asya’dan göçüp Anadolu’ya yerleşen kavimler de benzer gelişmelere yol açmıştı.
Anadolu halkları, durduk yerde müslüman olup türkçe konuşmaya başlamadı.
Tarihsel sistemlerin sürgit varolamayacağını dünya pratiğine bakarak anlayabiliriz.
 
Türkiye Cumhuriyeti, bu zor coğrafyada, 91 yıldır, milli mücadelenin manifestosu olan Misak-ı milli ilkeleri çerçevesinde, Anadolu ve Trakya toprakları üzerinde varlığını sürdürüyor. Bugün sorgulanmakta olan, bu varlıktır.
Sorunun en can yakıcı noktası ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını sorunlu hale getiren koşulları yaratan inanç ve etnisite guruplarının taleplerinin ve ulusalcıların reaksiyoner tutumlarının, ülkede bütünlüğü sağlama yeterliliğine sahip olmamasıdır.
 
Bir yanda, siyasal islam dayatmaları ve Kürt milliyetçiliği, diğer yanda, ulusalcı hareketin büyüyen öfkesi; iki uç arasında oluşan gerilim hattında paradigma çökmesi yaşayan Türkiye geleceğini arıyor.

Sorunları kronikleştirenlerin ve toplumu ayrıştıranların değil, sorunları gerçekten çözmek isteyenlerin sesi daha gür çıktığında, ülke rahat bir nefes alacak.