GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
5 Mayıs 2013 Pazar

İçinde halk olmayan demokrasi ve değişim...

Türkiye’de bir şeyler oluyor. Olan bitene pek anlam veremediğimden, arada bir huylanıyorum ve soruyorum; “Ne oluyor?” Ülkeyi yönetenler ve yandaşları; “Değişim oluyor” diyorlar.
Değişim dediklerine bakıyorum; deve desem deve değil, kuş desem kuş değil…
Öyle bir değişim ki, karşı çıkmak için demokrasi düşmanı olmayı, barış karşıtı olmayı, statükocu olmayı, halka karşı olmayı, 1930’lara öykünüyor olmayı falan göze almak gerek. Birbirinden ağır ithamlar havalarda uçuşuyor.
 
Ülkede garip şeyler oluyor; Yurtseverliğin yerini Kürtseverlik, yurttaşlığın yerini dindarlık aldı. Bu kavram kargaşasında birbirimizi anlamaya çalışıyoruz.
Aramızda Kürt kökenli bir arkadaşımız varsa, “ben bir Kürt olarak” demeden söze girmiyor. Kimlik teşhirciliği çok revaçta. Kürt olmak, Alevi olmak, Sünni olmak ve benzeri grup kimlikleri demokrasinin yükselen yeni değerleri olarak sosyal yaşam normlarını belirlemeye başladı.
Bu normlar üstünde yükselmekte olan yeni hayatın aynı zamanda kapitalistlerin daha kolay yönetilebilir bir dünya tasavvuru olduğunu, gerçekle yüzleşmeye cesaretimiz olmadığından, görmezden geliyoruz.
 
Dünyanın hükümran uluslara bölünmesi, ulus devletlerin oluşumuna yol açtı. Uluslar ve etnik guruplar büyük ölçüde 19. Yüzyılda geleneksel toplumun çöküşüyle ortaya çıktı ve ulus, bir tür etnik-üstü grup olarak tanımlandı; grupların yatay grubu haline geldi. Modern iletişim ve ulaşım, ulusluk duygusunu besledi.
Bugün ülkede tartışmaya açtığımız ulus ve ulusal egemenlik sorunu, “etnik-üstü grup” olarak tanımlanan Türk milliyetinin salt bir etnisiteye indirgenmesi talebini de getirmektedir.
Bu talebin anlamı, Türk ve Kürt etnisitesinin kurucu unsur olduğu yeni bir devlet oluşumudur.
Böyle bir devlette, Türk etnisitesinden olmayan Türklerin, ki Anadolu’da yaşayan Türklerin büyük bölümü etnisite olarak Türk değildir, nasıl yer alacağı ve devlet ile nasıl bir sosyal sözleşme yapacağı belirsizdir.
İki etnisite tarafından kurulacak devlette, ‘grupların yatay grubu’ ortadan kalkacağından, Türk ve Kürt etnisitesinden olmayan sosyal grupların azınlık statüsünde tanımlanmaları kuvvetle muhtemeldir.
 
Bu koşullarda kurulmuş bir devlet yaşar mı?
Yaşamaz. Herkes kendi yoluna gider. Birlikte yaşamanın koşulları ortadan kalkınca sosyal barışı sağlayamazsınız. Türk-Kürt etnisitesine indirgenmiş Cumhuriyet kimliğini yitirir. İnanç ve etnisite gruplarına dayalı devlet, insan haklarını öncelemez. Grup hakları, kişi haklarını ezer.
Birleştirici üst kimlik olarak Türk milliyeti yerine İslam milliyetini geçirmek, iktidardakilerin zihninden geçendir. Fakat inanca dayalı devlet, yapısal olarak salt bir grubun inançlarını esas almak durumunda olacağından ve o dinin kitabına göre siyasasını oluşturmak zorunda olacağından; o dine, o inanç grubuna mesafeli olanların böyle bir devlette yerleri olmayacaktır.
Din devleti, otoriter yönetimi zorunlu kılarken, demokrasileri barındırmaz. Çünkü demokrasilerde soran insan vardır, oysa tanrı buyrukları sorgulanamaz; Kitapta ne yazıyorsa, odur.
 
Nereye dönsek çıkmaz bir sokak!.. Türk ve Kürt etnisitelerinin iki dilli ortak üniter devleti yaşamaz. Federal devlet ayrılmaya yol açar. İslam devleti herkesi barındırmaz.
İslamcıların ve liberallerin yıllardır dillerinden düşürmedikleri paradigma çökmesi sonunda gerçek oluyor. Çok istediler, oluyor; ülke çöküyor.
Yakın gelecekte herkes görecek; Türklerin aklında olan, “Kürtler ile el sıkışarak yolları ayırmak”tır.
 
Nasıl yürütüldüğü belirsiz bir süreç ülkeyi kaosa götürüyor. Kısa vadede ufukta çözüm görülmüyor.
“Bu defa, bedel ödemeden çıkış yok” demeye dilim varmıyor ama sanki öyle...