GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
25 Kasım 2009 Çarşamba

Hıyarlar anlamaz lütfen siz okuyun’…

Dün de yazmıştım. Dikkatleri İzmir üzerine çekmek, kendi çapımda, karınca kararınca kentimin durağanlığını nasıl devinime çevirebilirim kaygısıyla bir şeyler çiziktirmeye/röportajlar yapmaya çalışırken; Türkiye’’nin gözü, bir anda İzmir’’e çevrildi (devrildi mi yoksa) demiştim ya’…’¶
 
İki gündür, ulusal medyanın köşe yazarlarının köşelerinden ’“İzmir’” damlıyor.
Bal tadında olanlar da var, keçiboynuzu gibi çiğne çiğne bir damla tat bırakanlar da, hıyarlıklarını bir kez daha ilan edenler de’…
Bir de Ahmet Hakan gibi ’“dönekliğin tezi’”ni, bu kez ’“İzmir üzerine’” yapanlar da’…
Var oğlu var işte.
 
Bugünkü yazısının bir bölümünü ’“İzmir’’e lütfeden’” Ahmet Hakan’’ın ne yazdığını şu ana kadar okumadıysanız, hemen ’‘Hürriyet.com.tr’’den ulaşın.
 
Okudunuz mu?
Şimdi de bu Hakan arkadaşın 23.12.2005 tarihinde yazdığı ’“Bu da benim ’‘dinci İzmir’’ hikáyemdir’” başlıklı yazısına bakalım birlikte:
 
’“İZMİR’’e ilk kez 80’’li yılların başında gitmiştim.
Birlikte yolculuk yaptığım arkadaşım ’‘Fethullahçı’’ idi, İzmir’’de okuyordu ve kenti iyi biliyordu.
Arkadaşım beni, o dönemlerde İzmir’’in dört bir yanına dağılan ’‘Işık evleri’’nden birine götürmüştü.
’‘Işık evi’’ diyorum ya...
Sakın aklınıza fena şeyler gelmesin.
Öyle Polanski babanın ünlü ’‘Rosemary’’s Baby’’ filmindeki esrarengiz ve gizemli tarikatın yuvalandığı dehşetengiz apartmana benzeyen bir tarafı yoktu.
Tüyler ürperten bir ayin yuvası filan da değildi.
Bildiğiniz evdi işte.
Bezgin ve salaş öğrenci evlerinden biraz daha halliceydi o kadar.
Eşyalar lüks değildi; ama kalorifer vardı.
Evde ’‘teyp’’ vardı; ama sadece Gülen’’in kasetleri dinleniyordu.
O evden iki şey aklımda kalmış:
BİR: O dönemlerde, yani 12 Eylül’’ün başlarında, otobüs terminallerine asılan ’‘arananlar’’ listesinde ’‘ünlü teröristler’’in yanında Fethullah Gülen’’in de vesikalık fotoğrafı bulunuyordu. Bu yüzden Gülen’’in vaaz kasetleri, o evde, sanki illegal bir eylem yapılıyormuş gibi dinleniyordu.
İKİ: Sabah namazı saatinde küçük evdeki ’‘üstat’’ abiler, herkesi ’‘Şakirt kalk!’’ diye dürtükleyerek namaza kaldırıyorlardı. Uykulu gözlerle sormuştum: ’‘Şakirt ne demek?’’ diye. Said Nursi’’nin yolunu takip eden öğrencilere böyle sesleniliyormuş.
 
Ertesi gün İzmir’’i şöyle bir dolaştık ’‘Fethullahçı’’ arkadaşımla...
İlk gençliğin yaramaz ve her şeyi denemeye hazır ruh hali nedeniyle ben bir parça şehrin merkezine filan heves ediyordum; ama arkadaşım beni İzmir’’in mütedeyyin yüzüyle tanıştırmaya ahdetmişti.
Arkadaşımın İzmir mihmandarlığı şu sözlerle devam ediyordu:
- Burası Hocaefendi’’nin ilk görev yeri Kestanepazarı Camii’’dir. Hadi orada bir namaz kılalım.
- Ha dur bak burada bizim arkadaşların kaldığı bir ev var, oraya uğrayalım.
- Bak bu dükkánın sahibi cemaattendir. Hadi gel bir selam verelim.
- Burası Bornova... Hocaefendi’’nin en son görev yaptığı yer...
Mihmandarım İzmir’’deki cemaat ağırlığıyla beni bir parça sıktığını fark etmiş olacak ki, bir değişiklik yapma gayretine girdi.
Değişiklik olsun diye beni götürdüğü yer:
İzmir Yüksek İslam Enstitüsü idi...
Tahmin edebileceğiniz gibi orada da cemaatten abilerle buluştuk.
 
Şunu demek istiyorum:
80’’li yılların başında...
Yani ilk gençlik günlerimde yaşadığım bu İzmir deneyiminin ardından, rahatlıkla şu saptamaları yapabilirdim:
- İzmir’’in müthiş bir manevi havası var.
- İzmir ışık evleri, üstatlar ve şakirtler kentidir.
- İzmir’’deki dini hava hiçbir yerde yoktur.
- Hocaefendi’’nin özlemini çektiği ’‘Altın nesil’’, İzmir’’de yetişmektedir.
Evet, ’‘amatör’’ günlerimde yaşadığım İzmir deneyimi, beni salakça bir yanılsamanın işte böyle etkisi altında bırakmıştı.
 
Derken bir gün...
Yani yıllar sonra...
İzmir’’e yeniden gittim.
Güneşli pırıl pırıl bir gündü.
Şehrin girişinde bir lastik reklamının yer aldığı panoda şöyle bir slogan vardı:
’‘Şehir güzel... Kızlar güzel... Lastikleriniz neden güzel olmasın?’’
Sonra kentin fazlasıyla ’‘laik’’ yüzünü keşfettim.
Ve içimden şöyle fısıldadım:
’“Anladım ki bir şehrin tek bir yüzü yokmuş.’”
 
* * *
19.03.2006.
Ahmet Hakan’’ın ’“Tunus’’ta sokakta türban yasak mı’” başlıklı yazısından iki cümle:
’“Bir diktanın ağır yumruğu altında ezilen, her tarafından bunaltıcı baskının yol açtığı sevimsizlik akan, karamsar, uyuşuk ve bezgin insanlarla dolu, yani Cezayir ile Türkmenistan arası bir ülke beklerken.
Şöyle bir şeyle karşılaştım:
Acayip renkli, cıvıl cıvıl, yaşama sevinci aşılayan bir ülke.
Ben diyeyim İzmir, siz deyin Bodrum.
Sokakta türban yasağı diye bir şey söz konusu değil.’”
 
* * *
 
26.01.2009.
Seçim yaklaşırken, ’“Nerede kimi destekliyorum’” başlığıyla yazmış Ahmet Hakan bu kez. ’“Bir yerel seçim destanı’” karalamış. Ve ortaya şu türden bir metin çıkmış:
 
İstanbul’’da burnu kalkık AKP’’nin burnunun sürtülmesi için Kemal’’ciyim...
Diyarbakır’’da halk adamı AKP’’li Kutbettin’’ciyim...
Adana’’da belediye ağası Aytaç’’a karşı kim güçlüyse ondan yanayım...
Ankara’’da çarşı karışsın diye anti-Melih’’im...
Çankaya’’da hava dağılsın diye anti-CHP’’yim...
Antalya’’da statükocuyum, İzmir’’de devrimci...’”
 
* * *
11.06.2009.
Çeşme’’deki otel odasının banyosunda kaymış ve düşmüş Ahmet Hakan. Gözlerinden bir milyon yıldız fırlamış. Sol kolundaki humerus kemiği fırlamış. Çeşme Sissus’’ta dünyanın en insan doktorlarından, İzmirli ortopedi uzmanı Dr. Serdar Pedükcoşkun ameliyat etmiş onu.
’“Teşekkürname’” başlıklı yazısından öğreniyoruz ki, hastane odasına ’“İzmir neşesi’” dolmuş Ahmet Hakan’’ın.
 
* * *
Hürriyet arşivindeki yazılarından bu kadar alıntı yeter/artar deyip’…
’“Anladım ki bir şehrin tek bir yüzü yokmuş’” diyen Ahmet Hakan’’a,
’“İzmir 5 yıl içinde nasıl tek yüzlü şehir oldu’” diye başlayıp,
’“O devrimci, o neşeli İzmir nasıl bu kadar çabuk uygarlıktan uzaklaştı?
Bu kentte yaşamadığın, soluk alıp vermediğin ve de üzerinde araştırma yapmadığın halde nasıl bir anda, böylesine 360 derecelik dönüşle kirlendi senin gözünde’” diye sorsam’…
Anlar mı?
 
Yoksa, kestirmeden/fazla uzatmadan dümdüz girişsem mi bu çokbilmiş/hiçbilmişe kendi sözcükleriyle:     
’“Ya Rabbi! Senin yolundan gittiklerini iddia eden bu ’‘iftiracı zalimleri’’ sana havale ediyorum... Onları kahhar ismin hürmetine kahret... Ya Rabbi! Sen intikam alıcısın... Onların zulümlerini başlarına çevir... Senin adaletine güveniyorum... Bu iftirayı, iftira olduğunu bilerek yazanlara, yazdıranlara ve yayanlara iki cihanda saadet nasip etme... Benzer iftiralara maruz kalmalarını sağla... Ya Rabbi! İlahi davayı alçakça ve kalleşçe iftiralarla savunduklarını zanneden bu içimizdeki beyinsizlerin ıslah olmak gibi bir dertleri yok... Madem öyle, onların daha fazla alçaklık yapmalarına mani ol... Ya Rabbi! Bu iftiracı zalimlerin şirretliklerinden korkarak, haksızlık karşısında seslerini çıkarmayanlara da cesaret nasip eyle... Şeref ve izzet sahibi insanların ’‘dilsiz şeytan’’ konumuna düşmelerine müsaade etme... Ya Rabbi! Kim zerre kadar kötülük yaparsa karşılığını bulur... Bunu biliyoruz... İşte kötülük! Karşılığını ver ya Rabbi!’” (Alenen beddua, Ahmet Hakan, 13.06.2009)
 
* * *
Eline tutuşturulan sorularla röportaj yapmaya çalışan garibim Helin Avşar’’la kapak oluncaya kadar varlığından kimseciklerin haberdar olmadığı ’“İzmirli ruh hastası’”na gelince’…
’“Hıyar’” olduğunu kendisi itiraf eden bir hıyar hakkında ne yazılabilir ki? ’“Cehenneme kadar yolun var, s’….r git’” demekten başka?
Noktalı yerleri de Rasim Ozan Kütahyalı hıyarı doldurur artık. Onun payına ’“İzmir hakkında’” konuşmak değil, ancak bu düşer zira!
* * *
İzmir, işte böyle bir vatan sayın Ahmet Hakan’…
Ot da yetişiyor bu kentte, b.k da.
Ve kadınları da işte böyle, azıcık küfürbaz, azıcık külhani oluyor’…
Bir siyasiler, bir de sizin gibi, ikide bir ’“salakça yanılsayanlar’” gölge etmezse, 8 bin yıl daha yaşar gideriz aramızdaki otlarla ve de b.k’’larla.  Anlatabildim mi?