GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
19 Ağustos 2009 Çarşamba

Gazeteciler, kimin bekçi köpeğidir?

Tıpkı bir kuyumcunun titizliğini ve sabrını gerektiren... Kılı kırk yaran bir ’“haute couture’” işçiliği isteyen... ’¶

Kalpteki en hassas terazileri devreye sokarak yapılması gereken mesleğim; ne yazık ki bugünlerde bana, semt pazarlarında tanesi 3-5 liraya satılan özensiz kaba dikişli giysileri, petrol artığı plastikten yapılmış kokulu terlikleri, ince işten hiç nasiplenmemiş/eğreti dikişli masa örtülerini hatırlatıyor.

Kumaşın kalitesizliğine, üzerindeki işçiliğin sallapatiliğine, özgünlüğünün bulunmayışına, ardı arkası gelmeyen tasarımsız seri üretimin içler acısı haline bakıp, iç çektiriyor bana’…
Neresinden nasıl tutacağını, düzeltmek için makası hangi dikişe vuracağını bilemeyen acemi terziler gibiyim.

Kendimi bambaşka bir yazarlık serüveni içinde yol almaya hazırlarken, içimden; ’“günlük siyasetin yalanına/dolanına/kirine/pasına bulaşmadan farklı bir kulvar açmaya çalışacağım’” diye sözler verirken, daha ilk adımda kendimi tam da ’“olmak istemediğim yer’”in orta yerinde buluveren şahsım için, Buca konusu, her anlamda tatsız bir süreç/keyifsiz bir başlangıç oldu.

Bir yanda politikacıların/ilçe yöneticilerinin aralarındaki uçurumun derinliğini görmenin üzüntüsünü yaşarken, Buca arenasında mesleğimle ilgili havada uçuşan iddialar, bu üzüntüye tüy dikti, canımı daha sıktı. Keyfimi daha da kaçırdı.
 
* * *
Röportajımın ikinci bölümünü okumuş olanlar, gazetecilerle ilgili iddialardan söz ettiğimi anladılar.

Bir gazetecinin bir başka gazeteciyle yaptığı iddia edilen e-yazışma kayıtlarının varlığı kadar, iki kişi arasındaki ’“özel görüşmelerin mahremiyetine saygısızlık’” edip bu kayıtları Başkan Ercan Tatı’’ya ulaştıran yani bir tür ’“ajanlık/kuryelik’” yapan meslektaşım,
 
Muhalif diye adlandırılan gruptan kişilerle yaptığı görüşmeleri banda alıp Tatı’’ya dinleten ya da bu konuşmaları (beklenti/çıkar karşılığında) aktaran gazetecilerin varlığı; gerçekten de çok üzdü beni. İçimi bulandırdı.

(Ulusal&yerel) Medyada ne yazık ki bu tür meslektaşların varlığını bilsem de,
Onlarca örneğine şahit olsam da, 27 yıllık meslek yaşamımda dudak uçuklatan pek çok öykü dinlesem de, Duyduğum her çıkar ilişkisine hayretler içinde kalakalmak da benim defom işte’…
 
Medya hukuku uzmanı sevgili Fikret İlkiz, ’“kamu otoriteleri’” üzerinde ve ’“siyasal ilişkilerde’” denetim görevini yerine getirmek için ’“bağımsız ve özerk medyanın’”  ne kadar büyük bir önem taşıdığı’”na dikkat çektiği bugünkü yazısında,
’“Demokrasilerde denetim ve balans sisteminin en önemli parçası olan medyanın esaslı işlevlerden birisinin de kamu bekçiliği’” olduğunu söylüyor;
’“Belki de AİHM kararlarına geçtiği biçimiyle söylemek gerekirse; gazeteciler, ’‘kamuoyunun bekçi köpeği’’dir’” diye yazıyor.
 
* * *
 
Medya da, siyaset de kamu yararına yapılması gerekirken,
Gazeteci, AİHM diliyle ’“kamuoyunun bekçi köpekliği’”ni yapmakla mükellefken,
Medyanın siyasetçinin tetikçisi olması,
Siyasetçinin de medyayı kullanmak için çıkar ilişkisi içine girmesinin; eminim, bu görevi hakkıyla yapmak için çabalayan mesleğine aşık arkadaşlarımı da üzdüğünü biliyorum.
Çatışmalardan beslenen kimi siyasetçi gibi, çatışmalardan beslenen kimi gazetecilerin varlığı, ne yazık ki yeni değil.
Ama ’“bu tür’”ün giderek arttığı, giderek kontrolden çıktığı ve kutuplaşmanın sadece fikir düzeyinde kalmayıp bulaşıcı bir hastalık gibi çeşitli biçimlerde tüm gövdeyi sarıp çürütmeye başladığı, mesleğine ihanet etmemeye çalışan tüm gazetecilerin derdi. 
 
Kendi adıma ’“ne yapabilirim’”in üzerinde düşünüyorum birkaç gündür’…
Mesela, önümüzdeki günlerde, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Atilla Sertel’’le siyasetle iç içe geçmiş basındaki yozlaşma ve yerel gazeteciliğin sorunları üzerine uzun bir söyleşi gerçekleştirmeyi planlıyorum.
Kirlilik tüm gövdeyi çürütmeden neler yapılabileceği üzerine kafa yoruyorum.
Ve bu konuda hep birlikte hareket edelim, önce kendi kapımızın önünü süpürelim, önce kendi aramızdaki çürük elmaları ayıklayalım’… Daha gerçekçi söylemek gerekirse, ’“bu konuda ciddi adımlar atalım, üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirelim, bana dokunmayan yılan bin yaşasın demeyelim’” diyorum.

’“Hepimiz uzaktaki büyük suçun/yakındaki küçük ortaklarıyız’”
diyen Ece Ayhan’’ın mısralarına, ’“Hepimiz uzaktaki büyük suçun peşindeyiz/karşısındayız’” diyebilme cesaretini gösterelim, gerçekten de suçun karşısında olalım istiyorum.
 
Meslektaşlarımdan, sivil toplum örgütlerinden, bu tür ilişkilerden şikayetçi politikacılardan, yerel yöneticilerden, eli kalem tutan herkesten, bu konuyu irdeleyen/sorgulayan/sorunları ve çözüm yollarını gösteren yazılar bekliyorum.
Şimdilerde kaçıncı kuvvet olduğunu bilemediğim adil ve temiz bir medyanın, hepimize lazım olduğunu düşünüyorum çünkü.
Siz söyleyin, yanlış mı düşünüyorum?
 
 
NOT: Ercan Tatı, röportaj sırasında, e-yazışmayı yapan gazetecilerin adlarını açık açık söylemesine rağmen; ’“iddia’” olduğu gerekçesiyle bu iki gazetecinin isimlerini yazmamış, adı geçen yerel televizyon kanalını da (’…) diye geçmiştim. Ancak,  T.T. diye kodlayarak verdiğim arkadaşım, adının açıkça Tamer Topçu olarak yazılmasını istedi. ’“Ben hırsız, uğursuz, katil değilim. Niçin adımı kodluyorsun’” diyerek bunu bir hakaret olarak kabul ettiğini söyledi..

Başkan Tatı’’nın iddialarıyla ilgili mahkemeye gideceğini söyleyen Tamer, ayrıca bu konuda niçin sadece kendisini ön plana çıkardığımı sordu. Şahsımı; Buca’’da siyasetçi/gazeteci çıkar ilişkilerinde asıl yazılması gerekenleri yazmamakla suçladı.
Yaklaşık bir saatlik ziyaretinde; MSN kayıtlarını Başkan Tatı’’ya sızdıran bayan gazeteciden girdi, bir yerel gazetenin yazı işleri müdürünün oğlunun ve bir akrabasının Tatı tarafından işe alındığından, hangi gazetecilere laptop hediye edildiğinden, hangilerine kontör verildiğinden, kimlere pahalı şaraplar gönderildiğinden, bir ayda 104 milyarlık ilanlardan ve tiraj artırmak için toplu gazete alımlarından çıktı. Açıkçası, beynimi yedi!

Dilim döndüğünce Tamer Topçu’’ya bunun bir röportaj olduğunu ve Başkan Tatı ne söylediyse (tıpkı Levent Köstem’’de olduğu gibi) söylenenleri yazdığımı anlattım.
Beni dehşete düşürenin de onunla bir televizyoncu arasında geçen MSN kayıtlarındaki konuşmalardan ziyade, böyle bir belgenin bir belediye başkanı tarafından kayıt altında tutulması, yine bir gazetecinin, bir politikacı ile yaptığı görüşmenin bandını Tatı’’ya dinletmesi; gazeteci/siyasetçi ilişkilerinin oluşturduğu girdap ve bu girdabın hepimizi yutma tehlikesi olduğunu, uzun uzun izah ettim.
Umarım, bugünkü yazımla ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktır Tamer Topçu, anlamıştır.

Umarım Başkan Ercan Tatı da şikayetçi olduğu kirliliğin temizlenmesini istiyorsa, bana anlattıklarını (belki de fazlası var) İzmir Gazeteciler Cemiyeti’’ne başvuruda bulunarak anlatır. Bir siyasetçi olarak sayın Tatı iyi bilir ki, suçu saklamak, o suça ortak olmak demektir.