GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
4 Mart 2010 Perşembe

Bir sosyalist, Atatürk’’ü nasıl anlatırdı acaba?

Atatürk konusunda 68’’lilerin de kafası karışıktı o yıllarda, biz 78’’lilerin de’…
18’’li yaşlarımda, sempatizanı olduğum sol görüşün teorisyeni abilere/ablalara sorduğumu hatırlıyorum’…’¶
Atatürk’’ü nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce devrimci miydi? Solcu muydu? Bugünün siyasileri hakkındaki (Demirel, Ecevit mesela) ’“burjuvajinin savunucuları/proleterya düşmanları’” gibi değerlendirmeler, Mustafa Kemal’’i ne kadar bağlar? Gibi gibi onlarca soru yönelttiğimi biliyorum’…
Aldığım cevaplar, mealen şöyleydi:
’“Atatürk, bugünün politikacılardan kesinlikle farklıdır. Bir kere antiemperyalist oluşu, tam bağımsızlığı savunuşu ile farklıdır. Devletçilik gibi ilkeleri, sosyalizmden izler taşır. Laiklik kavramı ise muhafazakar sağdan çok uzaktır. Kadın erkek eşitliğine önem vermesi, statü farklılığını reddetmesi, politikalarının ırkçılıktan uzak oluşu, sömürgeciliği kabul etmemesi, hurafelere, şeyhlere/dervişlere karşı duruşu, onun ilerici yüzünü ortaya koyar.
Ayrıca Kurtuluş Savaşı sırasında en büyük müttefiki, SSCB olmuştur. Bu ittifak, elbette siyasi konjonktür nedeniyledir ama Batı dünyasının aksine, o dönemde sosyalizmi inşa etmeye çalışan bir ülkeyle işbirliği gerçekten önemlidir.
Diğer yanda, Mustafa Kemal solcu mudur? Hayır değildir. Çünkü onun ideolojisi sınıflar, sınıf çatışmaları üzerine kurulu değildir. Çizdiği ekonomik sisteminin özü kapitalizmdir ve işçi sınıfını esas almaz. Kaldı ki, Kurtuluş Savaşı’’nda en büyük yardımı solculardan almasına rağmen, Cumhuriyeti kurduktan sonra, sola ’‘solak’’ bakmış; bu konudaki örgütlenmelere demokratik bir yaklaşım göstermemiş, hatta ezip geçmiştir. Mustafa Kemal, antiemperyalist kişiliği/kimliği ile takdir ettiğimiz; ancak sosyalizme karşı gösterdiği direnç nedeniyle de eleştirdiğimiz bir liderdir.’” gibi gibi’…

Bizim kuşak, tıpkı 68’’liler gibi dağıldı.
’‘12 Eylül silindiri’’nden sonra sağa savrulanlar/dine sarılanlar da oldu, solda sessiz sedasız dikiş tutturanlar ya da ’“Bundan böyle tek ideolojim var, Kemalizm’” diyenler de’…
Ben, kalbi hala ’“sol’”da atanlar arasındayım.
Bir farkla.
18’’li yaşlarımda sol teorisyenlerin görmezden geldiği ya da üzerinde pek de durmayıp yalap şalap geçtiği Mustafa Kemal’’i anlamaya/değerlendirmeye, eskisinden daha meraklıyım.
Can Dündar’’ın ’“Mustafa’”sından sonra, Zülfü Livaneli’’nin ’“Veda’”sına da bu anlayışla gittim işte. Hem bu merakla, hem de popüler olandan, bir gazeteci olarak uzak kalmamak anlayışıyla.
Bir not daha düşersem’…
Ne tarihçiyim, ne sinema eleştirmeni.
Sinemadan keyif alan bir seyirciyim; hepsi bu.
 
’“İnsan Atatürk’”ü merak eden, her ’“Ata’” kitabında ’“insan’”ı da arayan bir yurttaş olarak,
Veda’’yı; ne ’“ölürüm yoluna’” diyenlerin gözlerini, ne de ’“kahrolsun’” diyen zübüklerin sözlerini umursayarak izledim.
O ’“ölümüne arkadaşlığı’” merak ederek baktım iki saat boyunca beyaz perdeye.
Duygulandım.
Sevdim.
Çapkın bakışlarına gülümsedim.
Kalabalıklar arasındaki yalnızlığına burkuldum.
Perdeden bana ulaşan karizmasına, azmine/devrimciliğine/tabu kırıcılığına/cesaretine hayran kaldım.
Filmin sonunda, kızımla birlikte gözlerimi siliyordum’…
 
Savaş sahneleri, elbette bir ’“Er Ryan’’ı Kurtarmak’” değildi.
Kimi sahnelerde çocuksuluk/tat kaçıran bir acemilik, kimi sahnelerde sanki bağlanamamış gibi bir kopukluk vardı.
Ama filmin bütünü bana, Dündar’’ın ’“Mustafa’”sında duyduğum rahatsızlığı, asla hissettirmedi.
Kızım ’“muhteşemdi’” dedi; eşim, ’“keşke şunlar şunlar şunlar da olsaydı’” diye eksikleri sıraladı.
Ona da sordum, kendime de.
Bir kırılma noktasında tarihi değiştiren, tanklı toplu emperyalizme karşı, yalınayak başı kabak/aç bilaç/son nefesine kadar sağılmış bir halkı karşı koymaya güdüleyen, bir ulusun hayat çizgisini tersine çeviren, pek çok ülkede bağımsızlık meşaleleri yakılmasına yol açan, üstelik yıllarca yalan/yanlış/eksik/şişirme bilgilerle anlatılan, putlaştırılarak koyu bir yalnızlığa mahkum edilen bir lider; bu kadar ’‘önemli/dopdolu bir hayat’’, bir filme sığdırılabilir mi?
 
Murathan Mungan’’ın ’“tam isabet’” şiirinde dediği gibi;
’“üç çeşit hikaye vardır
benimki, seninki ve gerçek olan
tıpkı bir Extreme şarkısında olduğu gibi
çıkamazsın hiçbirinin içinden
içindeki taşra sürdürürken kendini
nereye gitsen o öğleüzeri.’”
 
’“Veda’” da Zülfü Livaneli’’nin filmi.
Duygulu ama insanı gerçek ötesine düşürmeyen naif bir film izledim ben.
Filmdeki tarih hatalarını tarihçilere, teknik/didaktik her neyse anlatım eksikliklerini de sinema eleştirmenlerine bırakıp’…
’“Bir ulusun kaderini değiştirmiş bir lideri anlamaya çalışmak için gidilmeye değer’” deyip vedalaşıyorum bu yazıyla’… Bir gün ’“bir sosyalistin gözüyle Atatürk’”ü izlemeyi de çok isterim diyerek’…