GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
25 Şubat 2010 Perşembe

AKP’’nin hala ’“demokrasi mücahidi’” olduğuna inananlara’…

12 Mart’’ta Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildiğinde lise 1’’deydim.’¶ İçimin ezildiğini, gencecik üç fidan (ve diğer öldürülen gençler için) çok üzüldüğümü, o yıllarda taraf olmasam da, dünyayı/Türkiye’’yi anlamaktan henüz uzak bir ergen olarak, kalbimin o idamlarla ’‘sol’’a kaydığından eminim.
 
12 Eylül’’ü ise bir ’‘yetişkin’’ olarak yaşadım.
12 Eylül’’de ’“fişlenmiş’” bir öğretmen olarak darbeden payıma düşen sürgündü.
Bu, (en hafif) fiziki ceza boyutuydu.
Ya işin manevi boyutu?
Arkadaşlarım çatır çatır işkence görürken, şanslı olanlar yurt dışına kaçıp şanssızları cezaevlerine tıkılırken, kitaplarımızı nereye saklayacağımızı bilemezken, üniversitelerdeki binlerce değerli hocamız, hekimler; bir günde kapı önlerine konulurken, işkence ya da cezaevi sırası bize de gelecek mi diye yürek çarpıntısıyla bekleşmek ve daha sayabileceğim yüzlerce sonuç, benim kuşağımın belleğinden hala çıkmadı.
O günlerde ’“asker iyi yaptı, ortalık kan gölüne dönmüştü’” diyenler, cezaevlerinde kurulan işkence tezgahlarında akan kanı, yaşanan acıları görmemeye sanki yemin etmişti. Görmüyorlardı, o halde kan da acı da yoktu çünkü onlar için!
 
Bu halk, o darbeyi ’‘yetişkin’’ olarak yaşamış olanlar, kaos ortamından sonra askerle son bulan sanal sessizliği, uzun süre hayra yordu.
Biliyorum ki, hala da yoranlar mevcut.
Sözüm onlara değil bugün.
Sözüm,  benim gibi, ’“askerden’” şu ya da bu şekilde darbe almış, hayatı bir şekilde değişmiş insanların bile kafalarını karıştıran sürece dair. Can Dündar’’ın da bugün köşesinde yer bulmuş karışıklık haline.
’“Askerler tarafından yıllarca hapis yatırılarak gençliği karartılanlardan bir dostum, ’‘Ben bile ordu için endişelenmeye başladım’’ dedi geçen gün’” diyor Dündar bugünkü yazısında.
12 Eylül darbesinin başı Kenan Evren’’in yargılanması gerektiğini en sert sözcüklerle dile getirenlerden biri olan sevgili Ece Temelkuran da benzer bir noktaya değinmiş bugün.
’“PAŞALARIN tutuklanması elbette bu ülkenin militer ruhunda bir yarılma yaratıyor. Bir şok terapi. Öte yandan Türkiye’’de bu sürece tek hakim şahıs gibi görünen Ahmet Altan kadar iyimser olmak mümkün değil. Yani bu tutuklamalar Türkiye’’yi, Altan’’ın ima ettiği gibi ’‘demokrasinin 7 harikasından’’ biri haline getirmeyecek. Neden?
Birincisi, Türkiye’’nin kalbine basılmış ’‘Her Türk asker doğar’’ damgasının böyle ’‘Akşam yattık sabah kalktık, baktık acayip şeyler olmuş’’ tertibi tutuklama dalgalarıyla tedavi edilemeyeceği kesin. Üstelik Türkiye’’de her siyasi hareket, kendini kendi aynasında en ’‘sivil’’ görenler de dahil, jakobendir. Türkiye’’de ötekini kendine benzetmeye çabalamayan, kendine benzemeyenlerin de yok olmasını dilemeyen bir siyasi kanat yok.
İkincisi, süreci yönettiği(!) düşünülen AKP’’nin, ’‘Onlar bizi fişledi, şimdi biz onları fişleyeceğiz’’ açıklamasıyla belirginleşen ’‘intikam tugayı’’ tavrı da bu sürecin inandırıcılığını gövdesinden buduyor. Zygmunt Bauman’’ın sevdiğim bir cümlesidir:
Kurban olmak kimseye kendiliğinden bir ahlaki mertebe vermez.
Aksini düşünen kurbanlar, kolayca zalime dönüşürler’” diyor Ece.
 
Nuray Mert ise, içinin almadığı bu durumu, ’“Alnı secdeye değen bir Genelkurmay Başkanı olsa, dindar kesimin hiç de askeri vesayet derdi olmaz’” sözleriyle özetliyor.
 
***
 
Bir zamanlar askerin sivillere (hem de bin beteriyle) çektirdiklerinin, şimdi siviller tarafından askere çektiriliyor olması; 12 Mart’’ı da, 12 Eylül’’ü de yaşamış, darbelerden yara almış insanlarca bile ’“oh olsun, beter olsunlar’” diye niye alkışlanmıyor/alkışlanamıyor?
Kendi cephemden bunun tek cevabı var:
AKP iktidarının adım adım yürüttüğü bu ’“askerin sesini kesme/gardını düşürme operasyonu’”nu, gerçekten ’“demokrasi adına’” istediğine inanmadığım için’…
İstenilenin demokrasi olmadığı; AKP milletvekillerinin ifşa ettiği ’“40 yıldır bizi fişlediler, şimdi biz onları fişliyoruz’” ya da ’“AKP iktidarını desteklemeyenin kanı bozuktur’” sözleriyle, ete kemiğe büründüğü için’…
 
Pek ya siz?
12 Eylül askeri darbesini yapanları yargılamak için kıllarını bile kıpırdatmayanların,
12 Eylül yasalarını değiştirmek için ellerinde imkan olmasına rağmen, bu konuda hiç adım atmayanların; basını ’‘tek sesli’’ hale getirmek için ellerinden geleni ardına koymayanların, kendilerinden olmayanları işten attırarak farklı sesleri kısanların,
Demokratik bir mücadele veren, ekmek için aylardır ayazda sabahlayan Tekel işçilerine gözdağı verenlerin,
Balıkesir’’deki grizu faciasını bile ’“vicdansız işverene’” değil de ’“askere’” bağlama dahiliğini(!) gösterenlerin’…
’“Demokrasi mücahidi’” olduklarına; siz inanıyor musunuz peki?
 
Eğer inanmıyorsanız, iki yol geliştirebilirsiniz bu durumda.
Birincisi, (belli ki zamanında askerden canı yanmış) bir okurumun dediği gibi, ’“yeni zalim/eski mazlumun birbirlerini yemesini’” sessizce izler, ’“AKP’’nin foyası er geç ortaya çıkar ama bu ülke yeter ki darbelerden kurtulsun’” diye umarsınız’…
 
İkincisi, dünyaya aynı pencereden bakmasalar da bugün ikisi de birbirlerinden habersiz, köşelerinden aynı çağrıyı yapan Ece Temelkuran ile Rifat Serdaroğlu’’nun önerisine uyarsınız; susmaz, ses verirsiniz.
Tepkinizi bir şekilde gösterirsiniz.
Çocuklarımız için daha iyi bir ülke bırakabilmek adına gerekirse ’“fişlenmeyi’” göze alır, susup oturmazsınız.
 
’“Eski kurbanların, yeni zalimlere dönüşmesini istemiyorsanız’” eğer’…
Seyirci kalmayın, ses verin diyorum. Ben de.