Acun gözlerini kısarak, çok uzaklara dikti. Dağların tepesinden, sürüklenip gelen toz yığının içinde, kızıl toyunu (genç at) gördü. Toyunu ona, geçen yıl acundan (yeryüzünden) göç eden edesi vermişti. Edesi ona, toyunu verirken nasihat edip, şöyle demişti:
O zaman Acun edesine; “Rüzgardan da mı hızlı koşacak” diye sormuştu. Edesi; “Evet balam, rüzgardan da hızlı koşacak” demişti.
Acun’un edesi, toyunu ona hediye ettiği günün ertesi akşamı ölmüştü. O günden sonra Acun ile toyun iki kardeş gibi oldular. Acun, gün batımlarında, güneşin kızıllığıyla rengi bütünleşen toyuna, Kıpkızıl adını taktı. Öyle ki Kıpkızıl, bozkırın kızıllığıyla da örtüşüyor, gözden kolayca kayboluyor, bu yüzden onu yakalamak daha güç bir hal alıyordu.
Acun babasına dönüp dedi ki:
Acun yaklaşmakta olan toyuna, sessizliğin yalın sesiyle içinden seslendi. Ona şöyle dedi;
Kıpkızıl, Acun’un söylediklerini uzaktan anlamış gibi, uzun uzun kişnedi. Acun babasına sıkıca sarıldı. Gökyüzünden dökülen yağmur tanelerini seyre koyuldular. Ne güzel bir gün diye düşündü Acun, yağmurun bereket getirdiğini bilerek. Tayın (ormanın) ağaçlarına teşekkür etti. Yağmurun bereketi, rüzgarın tohumu serpmesi, akşam yemeği için birazdan avlayacakları geyiğin eti, hepsi tayın marifetiydi. Bu yüzden, küçük bir dua terennüm etmeyi de ihmal etmedi:
Binlerce yıl, Orta Asya steplerinde yaşayan kavimler ki bunların arasında Türk kavimleri önde gelir, bu hikayedekine benzer biçimde dua ediyorlardı. Ormanın altındaki toprak ve ormanın üstündeki gökyüzü bize yeter deyip, şükrediyorlardı. Toprak, orman ve havanın bir bütün olduğunu biliyorlardı. Doğadaki tüm canlılığın, bu en büyük yaşam ve enerji kaynakları,onlar için çok kutsaldı ve bu yüzden, böyle bir saygı ve minnet duygusuyla ormana dua ediyorlardı.
Peki, modern dünyanın ilkelleri olan bizler ne mi yaptık? Ormanlarımızı, korumayı bilemedik. Ya ranta açıp katlettik, ya yaktık, ya da endüstriyel atıklar sebebi ile, atmosfere saldığımız sera gazlarının birikmesi sonucu yaşanan iklim değişikliği neticesinde oluşan kuraklıklarda ve sellerde yok olmasına seyirci kaldık...
Şimdi ellerimiz böğrümüzde; başta iklim değişikliği ve onun sebep olduğu kuraklık, seller, fıtınalar gibi afetler, hava kirliliği, su döngüsünün bozulması ve beraberinde getirdiği biyolojik ve ekolojik dengenin bozulması, erozyon, toprağın verimsizleşmesi, orman kaynaklarının yok edilmesinin sebep olduğu ekonomik kayıplar gibi daha nice olumsuz etkiler yüzünden kara kara düşünüyoruz...
Bu sorunların üstesinden nasıl geleceğiz diye soruyorsanız, binlerce yıllık geleneklerimizin yani atalarımızın bize öğrettikleri gibi doğaya, ormana ve ağaçlara tekrar saygı duymayı öğreneceğiz... Onlar var olduğu için biz de varız. Bunun farkına varacağız... Çocuklarımızı küçük yaşlardan itibaren, toprağın, ağacın, ve havanın ne kadar önemli olduğu ve nasıl korunacakları hususunda eğiteceğiz...
Malum, önümüz yaz. Yaşadığımız deprem felaketinden sonra, bu sefer de orman yangınları yaşamayalım diyebir Göktürk duasının temennisine sizleri de ortak etmek istedim. Belki uyarıcı bir katkısı olur; “Ormanın altındaki toprak, ormanın üstündeki gökyüzü bize yeter.Kabul edilsin!” Acun, tengri ve tay yani yeryüzü, gökyüzü ve orman hep daim olsun ki doğadaki canlılarla beraber biz de var olmaya devam edelim.