GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
19 Kasım 2016 Cumartesi

Yine İzmir’in kızları… Güzel kadınları üzerine…

Bizim portalin hanımefendileri haftanın son cuma günü “döktürdüler”… İzmir’e son zamanda arada bir uğradığım, Talatpaşa Bulvarı’ndan da hiç geçemediğim için ellerini sıkıp kutlayamadım. Dergi, gazete yazılarını bile havalimanlarında beklerken yazabiliyorum.  

“Bakkala diye çıkıp Papua Yeni Gine’ye gidesi olan” Ufuk Akça ile hemfikir o kadar çok insan var ki çevremde… Ama gitmeyeceğiz tabii ki…

Hanzade Ünuz, İzmir’deki manken sayısı üzerine spekülasyon yapan AKP’linin hakkından gelmiş alkışlarla… Benim ekleyeceğim; bu arkadaşın üşenmeden sabahları Pasaport’taki kahvelerden birine oturup Karşıyaka-Bostanlı vapurlarından inen İzmirli kızlara şöyle bir bakması. O kızları ne mankenler, ne dizi yıldızları kıskanıyor bir bilse…

Ve Gönül Soyoğul… “Mebzul miktarda olan ‘yanlış bile değil’ denebilecek türden, insanda iki çift laf etme iştahı bırakmayan yazılara ya da sözlere bir katkı da varsın benden olmasın diye” yazmamak… Gönül Hanım’ın ruh halini anlıyorum. Ama dalgamızı geçeceğiz o yazılarla, o laflarla, ama yazacağız inadına. İnadına yaşadığımız gibi…

***

10 yıl arayla İzmir’in kadınları üzerine yazıyorum demiştim son “güzellik genlerinde var” başlıklı yazımda… Fakat son günlerde “İzmirin güzel kadınları üzerine yaşanan” Hanzade’nin de hakkını verdiği tartışmaya eski yazılarımdan bir kolajla katkı vereyim dedim ve 4 ay sonra yeniden bu konuya döndüm…

***

Hani üzerinde herkesin hemfikir olduğu konular vardır da, bu konsensüsün nedeni bilinmez, rakının en güzel mezesinin Kırkağaç kavunu ile Bergama tulumu olduğunu artık kimse tartışmaz. İşte öyle bir konu muhabbetimiz. İzmirli kadınların efsanevi güzelliği…

“Ne yazık ki iri güzel gözlerini gölgeleyen uzun ipek kirpikleri, gözlerdeki derin mananın öne çıkmasını engelliyor”.

Konuyu Evliya Çelebi gibi “bu şehrin âb u hevasının letafeti”nin bir sonucu olarak açıklamak da mümkün, felsefeci Ahmet Arslan’ın tanımıyla İzmir’in sosyal hayatının diyalektik ilişkilerinin bir ürünü olarak da…

Evliya Çelebi’nin de belirttiği gibi denizi, güneşi bol ılıman bir iklime, bin bir çeşit meyvenin ve sebzenin yetiştiği cömert topraklara sahip tipik bir Akdeniz kenti olan İzmir’in kızlar/kadınları da o denli çeşit çeşit güzelliğe sahiplerdir. Bir bakıma İzmirli kızların/kadınların güzelliği Akdeniz ikliminin ve bu iklimin doğurduğu yaşam biçiminin bir ürünüdür.

İzmirli kadınların ilk farkına varan ve onları ‘devasa’ kitabına koyan ilk insan Cornelius De Bryunn’dur… İzmir’de konuk olduğu Hollanda konsolosunun Bornova’daki Malikhanesi’nde İzmir’deki bütün kadınları tanıma fırsatı bulan De Bryunn bunların gravürlerini de çizmiştir. Hepsi de güzel kadınlar doğrusu. Meraklısı İlhan Pınar’ın kitabını bulup karıştıracak…

Konunun önemli bir “bilirkişi” de Hans Bart adlı Alman seyyah ve yazardır. İzmirli kadın kavramının içine kimler girer: Rum, Ermeni, Katolik (asıl Levantenler) Yahudi, Türk ve sıkça karşılaşılan Çingene kızları… Irkların Babil kaosundan meydana gelen, badem gözlüsünden, kara çarşaflı odalığına ve ‘a la brebis’ kuaförü işveli Levantenine kadar Havva’nın bütün bu kızları İzmirli kadın olarak adlandırılır Bart’ın kitabında…

Bart döktürür:  “İzmirli kadında ‘Germen kadının zeka güzelliği’,  ‘Fransız kadının tinsel güzelliği’, İtalyan kadının ‘ihtiraslı duygu güzelliği’ yoktur belki ama hepsinden birden onda bir şeyler bulmak da mümkündür. Ama artısı vardır: Edindiği tüm kültürel birikim bu bilinç karşısında geri adım atmakta, geriye sadece damarlarında dolaşan şehvet kalmaktadır… “

Bu kadınların güzelliğinin nedenini Bart öncelikle İzmir’in güzel havası ile açıklar.

İngiliz gezgin George Rolleston’un , “Smyrna in Report” adlı çalışmasında da Rum kızlarının “aşka aşık oluşları” ifade edilir.  Uğur ve uğursuzluk konusunda da Rum kadınlar çok dikkatlidir. Bu konuda batıl inançları çok güçlü olan Rum kızlar gülün yapraklarını sırasıyla, “beni az seviyor, çok seviyor, çılgınca seviyor” denilerek tek tek koparılmasına dayanan “gül falı”na sık sık başvururlarmış. Halen sürer papatya geleneğinin ardında da bu var zaten. Yine henüz kimliği bilinmeyen müstakbel eşin yaşını bulabilmek için yastığın altına konan ayrı renkli pamuklarla bir takım oyunlar yapılıyordu.

Ülkenin hanımefendisi Türk kadınları

“Türk kadın ve kızlarının zarif vücutlarını ve cilveli hareketlerini yakından görmek sayesinde sağlam verilere mahzar olmasından keyifle söz eden Bart, 1895’te yazdığı makalede İzmirli Türk kadından, “ülkenin hanımefendisi” diye bahsediyor ve ekliyor: “Haremin incisi, örtülü şirin bulmaca...  Doğuştan güzel ve zarif bir vücudu olan Türk kadını tepeden tırnağa altın işlemeli siyah feracenin içine sokulmuş, yüz, ince bir tülle örtülü; burun kemiğiyle alın arası açık bırakılmış ve bu aradan iki koyu renkli göz ışıldıyor.  Minnacık ayaklarında ya bir Viyana çizmesi ya da peşindeki en ateşli delikanlıyı bile ürkütecek sesler çıkaran yöresel nalın vardır. ... Türk kadının bir başka çekici yanı da sesidir. O’nun sesi Rum kadının kulak tırmalayan cırtlak sesinin yanında çok hoş kalıyor. Gülerken bir harika olan bu ses, şarkı söylerken çok ilginç ve duygusaldır... Türk kadınının kendisine örnek seçtiği Avrupalı kadına olan hayranlığını en çok Frenk Sokağı’ndaki dükkan ve mağazaları dolaşırken gözlemliyoruz. Hatta bu konuda daha yakın zamana kadar dükkan sahiplerinin yaşlı tezgahtar çalıştırmaları emredilmiş. Söylentiye göre bu Avrupalı dükkan ve mağazalar, Türk kadınları tarafından yaygın olarak bir buluşma ve küçük kaçamaklar yapma mekanları olarak kullanılıyormuş. Eh her tarafı muhbirle çevrili zavallıların başka da bir seçeneği yok zaten.”

 

***

Fi tarihinde, peş peşe kitaplar yayımladığım günlerde Nokta Dergisi’nden gelen arkadaşın  “Herkesin sorduğu sorunun cevabını arayalım. İzmir’in kızları neden güzeldir? Bu efsane mi, gerçek mi?” sorusuna ise şu cevabı vermiştim: “İzmirli kızlar gerçekten güzeldir, ebedi bir güzelliktir onların ki... Son yıllarda uluslararası güzellik-mankenlik yarışmalarda alınan sonuçlar da bunu kanıtlıyor zaten… Bence bunun nedeni olağanüstü, olağan-dışı melezleşme ile açıklanabilir. İzmir’de mimari iz bırakan uygarlık sayısı 30’un üzerinde…  30 küsur milletin birbirine dostça karışması... Bir sonraki gelenler, kendilerinden önceki insanların hepsini kesip denize atmadılar ya… Devşirile devşirile bugüne gelindi. İzmir’de 1950’lerde Türkçe’nin yanı sıra 16 dil daha konuşuluyormuş. Rumlar 1922’de gitmiş ama, Hollandalı, İngiliz, İtalyan (bütün çeşitliliği ile: Milanezler, Cenovalılar, Napolililer) Fransız, Rus, Bulgar (Dünyadaki ilk Bulgarca gazete İzmir’de basılmıştır), Hırvat, Sırp kalmış… Daha sonra Balkanların, Ege Adalarının, Midilli, Sakız ve Girit’in bütün seçkin aileleri gelmiş İzmir’e… Uzun süre birbirlerinden kız alıp vermemişler ama bu durum 1960’lardan sonra değişmiş. Zeytinyağı ile doğal yöntemlerle beslenen, yılda üç mevsim yaşayan (İzmir’de kış olmaz.  İlkbahar, yaz ve 5 aylık bir sonbahar olur…) birbirine keyifle karışan soyların çocukları. Elbette güzel olacaklar. Peki bu güzel kızlar talihli mi? Kolayca evet demek mümkün değil. Anneannem, ‘Allah insana çirkin şansı versin’ derdi…”

Ece Temelkuran ise İzmirli kadının farkını, “İzmirli kızların hayatın kıvamında olmasına” bağlıyor ve ekliyordu 13 yıl önceki yazısında: Nasıl hayata ayrıştırılıp çözülecek bir şey yoksa, onlar da işte tam öyle. Yani ya akarsın onunla, ya akmaz, durursun kenarda…

Felsefeci Ahmet Arslan’a kulak verelim yime… Ahmet Arslan: “İzmir’in kızlarının güzel olması demek, kızlarının gösterilebilir bir kent olması demektir. Bu güzelliklerinin gösterilmesine engel olan bir hayat tarzı, bir giyim-kuşam biçimi tehlikesi otaya çıktığı andan itibaren buna hem güzelliklerini göstermek isteyen kızlar hem de bu kızları görmek isteyen erkekler tepkiyle karşı çıkacaklardır. İzmir’i bir de bu kızlar üzerinden düşüneceksin.” Diyor…

İzmirli kadınlar her zamanki hoş ve vazgeçilmez hallerini koruyorlar, galiba da sonuna kadar koruyacaklar.