GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
21 Kasım 2011 Pazartesi

Türkiye’nin yıldızı parlarken (son bölüm)

Uluslararası sistem, Türkiye’nin bölgesel güç olmasını neden istiyor olabilir?
Soruyu, diğer ihtimalleri bertaraf etmek için böyle soruyor değilim. Türkiye’nin kendi gücü ve imkanları ile bölgesel güç olarak ortaya çıkmakta olduğu iddiasını inandırıcı bulmadığımdan böyle soruyorum.
Bölgesel güç olmak için Türkiye’nin iç dinamiklerinin yetersiz olduğunu düşünüyorum:
Çünkü, Kürt sorunu, PKK terörü ve Laik-İslamcı ayrışması Türkiye’nin enerjisini tüketmektedir.  
Çünkü, Cumhuriyet’in üniter yapısı, Cumhuriyet’in kurumları ve laiklik ilkesi tartışmalı hale getirilmiştir.
Çünkü, ürettiğinden fazla harcamak anlamına gelen dış ticaret açığı tehlikeli boyutlardadır. Cari açık daha ne kadar görmezden gelinir, belli değil.
Çünkü, gerek finans sektöründe gerekse endüstriyel üretimde Türkiye, dünya ölçeğinde söz sahibi olacak bir güç değildir.
Çünkü, güçlü silah endüstrisine sahip olmayan Türkiye, bu sektörde dışa bağımlıdır.
Çünkü, Türkiye’nin NATO üyeliği, Ankara’nın bağımsız dış politika izlemesini her zaman engelleyici rol oynamıştır.
Çünkü, Türkiye, bilişim teknolojileri üretiminde yoktur.
 
Türkiye bütün bu olumsuzluklarına ve can yakıcı sorunlarına rağmen bölgesel güç olma iddiası taşıyorsa, bundan kuşku duymak ve gelişmelerin arka planına uzanıp bakmak gerekir. Bölgesel güç olayım derken taşeron olup çırak çıkmak da var.
 
Sorulması gereken bir diğer kritik soru da, Arap aleminde bölgesel güç olmak neden icap ediyor?
Araplarda o petrol rezervleri ve o büyük finans gücü varken, neden Türkiye’yi bir güç olarak tepelerine diksinler!
Arap Ligi, bir bakıma ABD’nin arka bahçesidir. ABD’nin egemen olduğu bir bölgede, bölgesel güç olmanın anlamı nedir?
Bu soruların en makul yanıtı; “Arapların bölgesel korumasını yapacak bir güce ihtiyaç var ve bunu yapacak en uygun ülke Türkiye,” olabilir.
Yani, yetmişli yıllarda yurtseverlerin karşı çıktığı, Türkiye’nin “bölgenin jandarması” olması fikri, yeniden pişirilip önümüze konmuştur.
O günden bu güne değişen pek bir şey yok; “bölgesel güç” formatı dışında. Ambalaj değişmiş, içerik aynı.
Hiç kuşku yok, bu muhafızlık görevinin Türk ekonomisine olumlu yansımaları olacak; Uluslararası sistemin, 2011 yılı itibarıyla, Türk ekonomisinin 63 milyar $ cari açığını görmezden gelmesi gibi...
Aynı uluslararası sistem, 2001 yılında, 10 milyar $ cari açık veren Türk ekonomisini ağır bir dille eleştirmiş ve uluslararası ekonomi uzmanı Kemal Derviş’i ekonomi yönetiminin başına geçirerek ülkeye çok ağır bedeller ödetmişti. Türk halkının ödediği bu ağır faturanın ardında da AKP iktidara gelmişti.
 
Türkiye nasıl bir oyunun içinde?
Türkiye, muhtemelen bölgenin jandarmalığına soyunuyor. Erdoğan “Time”a boşuna kapak olmuş olamaz. Time’da çıkan Erdoğan övgüsüyle eşzamanlı olarak, Suriye’nin önde gelen muhalefet liderlerinden birinin yaptığı açıklama ve çağrı kuşkuları fazlasıyla doğruluyor. Yaptığı açıklamada; Türkiye’nin müdahalesini tercih ettiklerini, bundan memnuniyet duyacaklarını belirtiyor.
Kime söylüyor? Dört bir yanı kuşatılmışken, Anadolu işgal altındayken, ordusu dağılmışken; kimselere, “gel beni kurtar!” dememiş, küllerinden yeniden doğmuş ve ulusal kurtuluşunu gerçekleştirmiş bir ulusa söylüyor bunu, o zavallı uzaktan kumandalı lidercik.
“İngiliz sömürgesi olmayı tercih ederim” diyen türbanlı kız ile aralarında hiç fark yok. Şahsiyetsizlik olağanlaşmış.
 
Türkiye ağır ağır Ortadoğu’da oynanan büyük oyunun içine çekiliyor. “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi rafa kalkıyor.
Bu sevimsiz oyun, “bölgesel güç olmak” başlığı altında allanıp pullanıp sunulmak suretiyle halkın gururu okşanıyor.
Türkiye bölgesel güç olmadığı halde, bölgesel güç propagandasının ısrarla sürdürülmesi, gerçeğin üstünü örtmek niyetinin tezahürü olmalı.
“Bölgesel güç” olmayı bekleyen halk, “bölgesel kabadayı” gerçeğiyle karşı karşıya kaldığında, Osmanlı böbürlenmelerinin ne anlama geldiğini yaşayarak öğrenecek.
 
Abdülmecit bir bahaneyle TBMM’de panelle anılırken, anılan kişinin aslında o padişah mı, bu padişah mı tartışması yapmak yerine, “neden bir padişah anılıyor?” sorusuna yanıt aramak daha yerinde olurdu.
Tanzimat Fermanı’nı hazırlayan ve 1839’da Gülhane Parkı’nda Ferman’ı okuyarak Tanzimat’ı ilan eden Abdülmecid’in Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa, ne hikmetse Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile mukayese ediliyor. Davutoğlu, İmparatorluğun en parlak Hariciye Nazırlarından biri olan Mustafa Reşit Paşaya benzetiliyor.
Yarın bir gün, Başbakanı da II. Abdülhamid’e benzetip hakkında methiyeler düzerlerse, ben şahsen hiç şaşırmayacağım.
Görünen o ki, Osmanlı referanslı Cumhuriyet dizayn ediliyor. Devrini tamamlayıp son bulmuş bir imparatorluktan medet umuluyor.
Ülkeyi yarınlara taşıyacak bilgi, birikim ve vizyona sahip olmayan İslamcı kadrolar, çareyi Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntılarında arıyor. Bir ucu Osmanlı’ya diğer ucu ABD’ye uzanan İslam ideolojisine dayalı siyasetin geleceğe dönük yüzü yok.
 
Türk halkının geleceğini derinden etkileyecek kararların alınacağı kritik günler geldi. Erdoğan yönetiminin iktidarını sürdürmek için aldığı dış desteğin bedelinin ne olduğu yakında belli olacak.
Toplumsal muhalefet ve muhalefet partileri, eli kolu bağlı bekliyor. Muhalefetin ne beklediğini, kendileri de dahil kimse bilmiyor.
Türkiye belki de bölgesel bir savaşın tam göbeğine düşeceği günlere hızla yaklaşırken, Atatürk ilkelerine bağlı Cumhuriyet yanlıları sahipsiz. Dolayısıyla bu güçler karar süreçlerinde yok.
Ülkenin yarısının oy vermediği bir siyasal hareket, ülkeyi, muhtemelen halkın büyük çoğunluğunun onaylamadığı bir maceranın içine atıyor.
Ve kimse bir şey yapamıyor.
 
AKP vebal altındadır, Türkiye’nin geleceğini riske eden bir siyaset izlediği için.
CHP vebal altındadır, olan bitene seyirci kaldığı için.