GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
24 Ekim 2011 Pazartesi

Hüzünlü bir sonbahar akşamı

Televizyonda dinlediğim adam türkçe konuşuyor ama söylediklerinden pek bir şey  anlamıyorum. Bütün referansları islami ve doğulu.
Programı daha dikkatli izlemeye başlıyorum; anlattıklarında hayatıma dokunan hiçbir şey olmadığı ve kullandığı dil bana hayli yabancı olduğu için onu anlamadığımın ayırdına varınca, tedirgin oluyorum.
Konuşmacı, İslamcı düşüncenin kurduğu dili konuşuyor. Bir müslüman nasıl düşünür, nasıl hisseder, nasıl davranır, nasıl tepki verir uzun uzun anlatıyor.
 
Toplum dönüştürülüyor. Kullanılan dil, Cumhuriyet değerlerinin yerini almakta olan  din normları üzerine inşa edilmiş. Toplumsal değerlerin kalibrasyonu Kuran’a göre yapılıyor. Tanrı-Kitap-Peygamber üçgeninde yeni bir yaşam alanı kuruluyor. Kutsalın dokunulmazlığının ardına saklanarak iş gören islamcılar, hepimizi teslim almak için gün sayıyor. Ve bizler eli kolu bağlı bekliyoruz.
Baş düşmanları olarak gördükleri Atatürk, laik Cumhuriyet ve Aydınlanma fikri elan direniyor olmakla birlikte, Aydınlanma düşüncesini doğru okumayan muhalefet yüzünden, toplumsal direnişin örgütlenememesi bir yana, ülke kan kaybediyor.
 
Pencereden dışarıya bakıyorum. Hava bulutlu. Gökyüzü kızıl. Akşam karanlığı çökmekte. Hüzünlü bir sonbahar günü, geceyi karşılamaya hazırlanıyor.
Pencereden bakarken; bu, tatlı bir sonbahar hüznü değil, diye düşündüm.
Beni asıl hüzünlendiren, toplumsal varlığımı anlamlı kılan hayallerimin ve ideallerimin bittiğini bilmek.
Hayallerimin ve ideallerimin yerini, bir türlü baş edemediğim yabancılaşma ve yalnızlık duygusunun aldığını bilmek.
Bir kuşak, önce sosyalizm ve devrim hayallerimiz ile vedalaştık, boşluğa düştük; şimdi de, İslamiyet ile sınanıyoruz. Bir inanç sisteminin dogmaları hayatlarımıza abanıyor.
 
Sağa dönsem, dinimize bir şey mi söyledin!... Sola dönsem, Atatürk’e yan mı baktın!.. Dönüp ardıma baksam, Kürtler pusuda!.. Nereye dönsem hüsran.
Tam bir akıl tutulması yaşanıyor. Hayatın bütün renkleri solmuş, gülen yüzler asılmış; sevgi ve dayanışmanın yerini, nefret ve ihanet almış.
Her şey sürükleniyor. Hepimizin  canını yakacak bir sona doğru önü alınamaz bir sürükleniş bu…
 
Türkiye’yi, 1400 yıldır denenmiş, sınanmış bir sisteme dahil etmek fikri aslında hiç yeni değil; ancak bu defa başarıyorlar. Türkiye, Ortadoğu’da bir islam ülkesi olacak.
Bu iyi bir şey mi?
İslam normlarına göre yapılanmış sosyal yaşamı seçenler için kuşkusuz iyi bir şey.
Fakat inancını salt ibadet ve ritüeller düzeyinde yaşamak isteyen, laik ve seküler ilkelere dayalı kamu yaşamını benimsemiş bir insan için hiç iyi olmasa gerek.
 
Kral çıplak falan değil. Aksine sıkı sıkı giyinmiş. Bu giydirilmiş gerçeği görmek lazım: İslamiyet, sosyal bir sistem olarak, laisite ve özgürlüklerle bağdaşmaz.
Dogmatizm, Aydınlanma düşüncesini barındırmaz.
İslami rejimlerde demokrasi olmaz, fikir özgürlüğü olmaz. Bu özgürlükler olursa, din normlarına dayalı siyasal iktidar kurulamaz; kurulsa bile uzun ömürlü olmaz.
 
İlle de inançların örttüğü bir hayatı yaşamak gerekiyorsa, İslamiyetin tek seçenek olmadığını kabul etmek zorundayız.
Diğer inanç sistemleri de ülke yönetimlerine talip olduğunda ne olacak? Olimpos’un tepesinde Tanrıların savaşını mı izleyeceğiz.
Üç büyük dinin tanrısı tektir demelerine bakmayın. Dinler savaşı çıkarsa, göreceğiz dinlerin tek Tanrı gerçeğini. Her din kendi Tanrısı ile baş başa kalacak.
 
Ülkemde ve dünyada hüzün var. Bu, güzel bir sonbahar hüznü değil; global çöküşe doğru sürüklenişin çaresizliğinde üstümüze çöken alacakaranlığın hüznüdür.
 
NOT: Van’ın ilçelerinde can kaybına neden olan, çok sayıda binanın yıkılmasına yol açan 7.2 büyüklüğünde deprem meydana gelmesi üzerine sosyal paylaşım sitelerinde utanç verici mesajlar dolaştı.
“Türkler yine de yardımınıza koşacak… yaptıklarınıza rağmen size yardım ediyoruz… insanlık görün!..” yollu ucuz göndermeler içeren mesajlar çok düşündürücü.
Ölen yurttaşlarımıza baş sağlığı, yaralı yurttaşlarımıza acil şifalar diliyorum.