GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
9 Mart 2013 Cumartesi

Şehirdeki Yabancı

Uygarlığı kent yaşamına getiren “şehirdeki yabancı”, “aynı olanlar” ile “farklı olanlar” arasındaki buzları eritmişti.
Günümüzde ise, “aynı olanlar” ile “farklı olanlar” arasındaki mesafelerin yeniden oluştuğuna tanık oluyoruz.
 
O uzun 16. yüzyıldan günümüze, şehre uygarlığı getiren ve sürdürülebilir kılan kozmopolit yapıyı anlamadan, uygarlık ve yeni dünya düzeni hakkında konuşmak pek mümkün olmasa gerek.
Şehirdeki “yabancı” ve “aynı olanlar” arasında olan bitenlerin, modern zamanların “kamusal yaşam” normlarını oluştura geldiği söylenebilir. Şehirdeki yabancı, uygarlığı mümkün kılıyordu.
‘Aydınlanma düşüncesine dayalı çağdaş uygarlık normları’ böylece oluşmuştu.
Günümüzde bu normların kapitalist dünya sistemine getirdikleri itibarıyla sorgulandığını ve yeni normların ve değerlerin oluşmakta olduğunu, yaşadıklarımızdan öğreniyoruz. Ve öğrendiklerimiz aklımızı karıştırıyor.
Öyle karıştırıyor ki, işçiden, emekçiden, sınıflar arası çatışmalardan söz ederken, emeğin sömürüsüne karşı çıkarken, halkların özgürlüğünü savunurken; bir de bakıyoruz ki ne halk kalmış, ne işçi sınıfı, ne de başkaldıracak bir toplum… Hayallerimiz de, umutlarımız da yitip gitmiş. Var mı yok mu, etnik kimlik, dini kimlik… Aidiyetler bu kimlikler üzerinden oluşturuluyor. İnsan teki, zorunlu olarak, cemaatleşen toplumda “aynı olanlar”a dâhil oluyor.
Toplumlar homojenleşiyor. Kent yaşamı değişiyor, kendi içine kapanıyor.
Kent yaşamında ortaya çıkan bu değişime “metropolleşme” diyoruz ve matah bir şeymiş gibi bu yeni hayatı yere göğe sığdıramıyoruz.
Gerçek o ki, efendiler ve gönüllü köleler olarak zuhur eden yeni sosyal yapı, metropollerde boy atıyor.
Kent yoksullarına dönüşen işçiler ve emekçiler, yeni bir sosyal sınıf oluşturmaya başladılar bile.
Artık ‘halk için demokrasi’ olamıyor. 1789’dan sonra halkların siyasal iktidara ortak olma taleplerine demokrasi ile çözüm bulan kapitalistler, demokrasi için “mümkün olanın en iyisi” dediler; demokrasiyi “tahammül rejimi” olarak adlandırdılar. Bu itiraf gibi tanımlamalar gereği; halk yaşadığına şükrederken, kapitalistler de halkın varlığına tahammül etti. Herkes bu şekilde ne kadar demokrat olduğunu gösterdi.
Artık şu gerçekle yaşamayı öğrenmek gerekiyor; yeni demokraside halk olmayacak; sadece efendiler ve gönüllü kölelerden oluşan yeni toplum olacak. Öylesine ileri bir demokrasi!
 
Yeni dünya düzeninde, “aynı olanlar” ile “farklı olanlar” arasındaki çatışmanın yol açtığı toplumsal gelişmenin önü kesildi. O dinamikler artık çalışmıyor.
Grup hakları adı altında dayatılan dini ve etnik kimlikler toplumları ayrıştırırken, aynı zamanda homojenleştiriyor da.
“Aynı olanlar” kendi içine kapanarak, yeni dünya düzeninde şehrin yerini alan metropollerin kent dışı yerleşim alanlarında, postmodern gettolarına çekiliyorlar. “Farklı olanlar” ise, aynılaşabildikleri gruplara dâhil olacaklar.
Bu gelişmenin, şehirdeki yabancının sonunu getirmesi kaçınılmaz gibi. Şehirdeki yabancıya el sallarken, uygarlığın modern kentleriyle de vedalaşacağız. Dünyaya metropollerin kulelerinden bakacağız.
Toplumsal dinamiklerin nasıl çalışacağı, değişkenlerin nasıl hareket edeceği, bundan böyle o kadar da bilinebilir olamayacak.
 
Bildiğimiz dünyanın sonu yaklaşırken, ezberlerimizi bozmadan ve yeni bir dil kurmadan dünyada olan biteni anlamak mümkün değil.
Yurt ve dünya problemlerini nasıl ele almak gerektiğini bilmek için yeryüzü ölçeğinde sistemde yaşanan değişim ve dönüşüm hakkında doğru bilgilere sahip olmak gerek.
Belki de hayatı yeniden söylemek zamanı gelmiştir.