GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
12 Şubat 2013 Salı

Kürt sorununun bize öğrettikleri…

Kürt sorunu, toplumun bütün enerjisini tüketerek gündemde kalmayı sürdürüyor. Kanaatimce, bu soruna farklı açılardan bakmayı denemenin zamanı geldi de geçiyor bile. Kürt sorununu aşmak, bütün tarafların bakış açılarını gözden geçirmesiyle mümkün. Zihinlerimiz arınmalı.
 
Cumhuriyet’in kuruluşu itibarıyla ele alınması gereken bir sorun olmakla birlikte, Kürt sorunu, yıllardır salt terör sorunu olarak tek boyutuyla algılanıyor.
Son on yıl içinde, Kürt sorununa dair her şeyi konuşmaya, tartışmaya başladık. Ancak bundan sonra çok yönlü tartışma zemini oluşabildi. Bu iyi bir gelişme. Çünkü halk katında bu sorun anlaşılmadıkça ve toplumsal konsensüs sağlanmadıkça, kalıcı çözüm ve barış uzak ihtimal bile değil.
 
Kürt sorununun yıllardır enine boyuna tartışılıyor olmasına bağlı olarak zihinlerde yer eden sorular ve kavramlar, toplumu, Kürt sorununun önemini çok aşan boyutlarda, yurt ve dünya problemleri üzerinde düşünmeye yöneltiyor.
Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi, devletin niteliği, kurucu irade, ulus egemenliği, insan hakları, kamusal yaşam, dil sorunu, laisite, din normlarının kamu yaşamındaki yeri gibi Cumhuriyet’in ve devletin oluşumu ve yapısıyla ilgili kavramlar, ilkeler, kurumlar, normlar tartışmaya açıldı.
Bir yönetim biçimi olarak demokrasiden ne anladığımızı tartışmaya başladık. Toplum, ülke problemlerini kavramsal düzeyde tartışacak erginliğe ulaşıyor.
Bir anlamda ‘yeniden Aydınlanma’ sürecini yaşamakta olan toplum, sanki bu sürecin sonunda yeni bir toplumsal mutabakat için karar vereceğinin farkında.
Bu karar, sadece Kürt sorunuyla sınırlı kalmayacak. Belki de toplum, “yeni bir hayat“ için karar verecek. Ve bu karardan sonra, liberallerin, İslamcıların öne sürdüğü “paradigma çökmesi”nin gerçek olup olmadığını anlayacağız.
 
Bugün için Kürt sorunu üzerine yapılan tartışmalar, tıpkı Cumhuriyet üzerine yapılan tartışmalar gibi, zaman zaman “körün fili tarifi”ni anımsatıyor. Örneğin;
Kürt sorununu, “topraksız köylü” sorunu olarak ele aldığımızda, sorunu ne anlayabilir ne de çözüm üretebiliriz.
1808’de hükümet ile ayan arasında imzalanan Sened-i ittifak’tan beri ‘topraksızlaşan köylü’ sorunu, Cumhuriyet dönemine kırk bin köy olarak miras kalmıştır. Bu kötü mirasın yanı sıra, Cumhuriyet döneminin doğu politikaları da başarısız olmuştur. Fakat “Kürtler topraksız olmasalardı ‘Kürt kimliği’ gibi bir meseleleri olmayacaktı”, diye düşünmek ve olan biten her şeyi dış dinamiklere bağlamak, sadece ve sadece, bizi çözümden biraz daha uzaklaştırmaya yarar.
Yoksulluk, bu topraklarda yaşayan bütün halkların sorunu olagelmiştir. Elbet de servet dağılımının adilleşmesi için birlikte mücadele etmek gerekir; fakat yaşam standartları yükseldiğinde Kürtlerin etnik taleplerinden vazgeçeceğini düşünmek, hiç gerçekçi olmaz.
Uluslararası düzeyde problem olarak ele almayı çok sevdiğimiz Ortadoğu’da, “Doğu Sorunu”nun temelinde, masa başında ülke sınırlarının çizilmesine izin veren halklar vardır.
 
Kimlik sorunu, “Anadolu’daki Müslümanlığın adı Türk’tür” diyerek de aşılamaz.
Bu ahvalde, ben ve benim gibi nice insanın, “Türk ve Müslüman” kimliğinin özdeşliğine karşı çıkması ve yeni bir kimlik edinmesi gerekecektir.
Anadolu halklarının İslamiyeti kabul etmiş olmasını böyle anlamak ve Türk olmayı böyle yorumlamak son derece netamelidir.
Hangi belgede ne yazıyor olursa olsun, “Müslüman olmayı, Türk olmanın olmazsa olmaz koşulu” ilan etmek ancak akıl tutulmasıyla izah edilebilir. Dayatılmış her kimlik, bir tür faşizmdir.
Bir zaman önce, İsmet Özel’in dile getirdiği bu görüş beni hayli endişelendirmişti. İslamcılar ve ülkücüler umarım bu faşizan tezde buluşmazlar. O zaman, Türkiye, gerçekten yaşanmaz bir ülke olur.
 
Türkiye, Zizek’in benzetmesiyle, döşemesini ağaç iskelete rapteden düğmeleri yerinden fırlamış bir koltuğu andırıyor. Ya da, daha bizden bir deyişle, sistem şirazesinden çıkmış…
Kürtler, etnik milliyetçilikten uzak durmadıkları sürece; İslamcılar, inancı siyasallaştırmaktan geri durmadıkları sürece; Ulusalcılar, “ulus egemenliği” kavramını tartışmaya yanaşmadıkları sürece;
Bu ülkede, insan haklarına dayalı bir devleti, kalıcı barışı ve demokrasiyi daha çok bekleriz.