GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
29 Ocak 2013 Salı

Atatürk’ün askerleri değiliz ama…

Bu Cumhuriyet’in yurttaşları olarak;
Cumhuriyet hükümetlerinin sosyal ve ekonomi politikalarını en sert dille eleştirdik.
Ceberutlaşan devlet bizi dehşete düşürdüğünde, “olmaz olsun böyle devlet” dediğimiz oldu.
Askeri darbeler bir kuşağı yok edip ülkenin ufkunu kararttığında ve adeta ülkede yaşayan yabancıya dönüştüğümüzde; “Bu Cumhuriyet, kimin Cumhuriyet’i?” diye sorduk.
Devrimci hareketlenmenin karşısına dikilen devlet destekli milliyetçi hareketin hoyratlığına tepki olarak, bir dönem, “milli” her şeyden soğuduk.
(Ama milli burjuvaziden, milli sermayeden medet umanlarımız olmadı değil.)
Uzun sözün kısası, insan hakları ve demokrasi mücadelesinde en az 70 yıllık acılı bir geçmiş ve ödenmiş ağır bedeller, Cumhuriyet’in hiç de gurur duymayacağımız dönemleri olarak şimdiden tarihe geçmiş bulunuyor.
 
Cumhuriyet’i kötü yönetenlerle elbet de sorunumuz var; fakat bütün bu olan bitenden Atatürk’ün sorumlu olduğunu bir an bile düşünmedik. Ha keza, Cumhuriyet’le sorunlu değiliz.
Buna karşın, Cumhuriyet’in zaman içinde ortaya çıkan sorunları olduğunu ve bu sorunların yakıcı olduğunu biliyoruz.
 
Atatürk bizler için ne ifade ediyor olursa olsun; Atatürk Cumhuriyeti’ni aşması muhtemel bir sorun, Demokles’in kılıcı gibi tepemizde asılı duruyor:
“Kamusal yaşama bu Cumhuriyet içinde mi çeki düzen vereceğiz, yoksa bozup yenisini mi kuracağız?” Bir karar vermek zorundayız ve zaman daralıyor.
Ortak bir fikir etrafında birleşmek zarureti var. “Bu zaruretin bilincine varmak” asıl meselemiz olmalı.
 
Türkiye böylesine kritik bir süreci yaşarken, Birgül Ayman Güler’in sözleri etrafında kopan kıyamete nasıl bakmak gerekir?
Sayın Güler, gerçekten, “kral çıplak” mı dedi?
Öncelikle şunu bilmekte yarar var; Prof. Güler, ulusal vatandaşlık/anayasal vatandaşlık ayırımından hareketle, “Türk, kültürel bir kavim adlandırmasıdır, etnisite değildir” değerlendirmesi yaptıktan sonra; eşit anayasal vatandaşlığın, sistem olarak bireyleri değil toplulukları bir arada tutmayı hedeflediğini, söylüyor.
Sayın Güler elbet de “eşit değildir” ile ifade ettiği konuda amacını aşmıştır. Fakat tartışılan konunun Türkler ile Kürtlerin etnik olarak eşitliği olmadığı aşikârdır. Kültürel kimlik ile etnik kimliğin farkıdır burada söz konusu olan.
 
Sayın Güler’in sözleri üzerinden çıkartılan tartışma gösterdi ki, toplum, “grup haklarını önceleyen ‘federal devlet’” ve “kişi haklarına dayalı ‘üniter devlet’” seçenekleriyle karşı karşıya kalmıştır.
Kanaatim o ki, Türkiye, çok değil, en fazla iki yıl içinde bir seçim yapmak zorunda kalacak.
Toplumsal ayrışmanın, “üniter devlet-federal devlet” eksenine oturduğu açık seçik görülüyor.
Kürtler, İslamcılar, liberaller, ulusalcı olmayan sol, “federal devlet”i savunuyor.
Türk kimliğiyle sorunlu olmayan kesimler ise, “üniter devlet”i savunuyor.
Kürt etnisitesi, 90 yıllık mutabakatın son bulduğunu söylüyor. Yani, Kürtler artık Türk kimliğiyle yaşamak istemediklerini beyan ediyorlar.
Türk kimliği altında yaşamak isteyenler ise, bu kimliğin birleştirici özelliğine vurgu yaparak; Türk kimliği yerine koyulacak birleştirici başkaca bir kimlik olmadığını, bu yapının bozulması halinde Cumhuriyet’in çözüleceğini ve ülke birliğinin son bulacağını söylüyorlar.
 
Sonuç olarak, yurttaşlık kavramı sorunlu hale gelmiştir. Toplumsal çelişkilerin uzlaşma alanları son derece bulanıktır. Çatışma, uzlaşmanın önüne geçmiştir.
“Kim haklı, kim haksız” tartışmasını çok aşan fiili bir durumla karşı karşıyayız; Öyle ki, Kürtler toplumsal mutabakattan çekildiler; kültürel veya üst kimlik, Türk olmak istemiyorlar.
Bu koşullarda, “Hayır, senin üst kimliğin ‘Türk’tür!” demek neyi çözer?
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. İlle de “çıplak bir kral” lazımsa, de facto son bulan “sosyal sözleşme”ye ve “kuruluş felsefesi”ne bakmak gerekir.
 
Bu topraklarda barış ve birlik içinde yaşamak istiyorsak, hepimiz, yeni bir dil kurmak ve her şeyi yeniden söylemek için çaba harcamalıyız.