GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
12 Ocak 2013 Cumartesi

Kürt sorunu çözülür mü?

Son günlerde siyasetin medyaya yansıyan genel havasına bakılırsa; siyaset umut ekiyor, barış biçiyor.
“Taraflar masaya oturup Kürt sorununu çözecekler” algısı yaratan propagandanın etkisiyle ve de gelişmelerin önüne ardına pek bakmamak koşuluyla, iyimserliğe kapılmak mümkündür.

İhtiyatlı iyimserliğe benim itirazım yok. Ancak barışa giden sürecin uzun ve sancılı olacağı gerçeğini göz ardı etmeyen Türklerin bu aniden bastıran iyimser havaya kendilerini kaptırmaları pek olası değil.
 
Sorun şu ki, Atlantik ötesinden “Hoca Efendi”lerinin söylediklerinde keramet arayanlar, onun ağzının içine bakanlar, Türk halkının ne düşündüğünü merak bile etmiyorlar. Kürt sorununa çözüm aranırken Türkler adeta yok sayılıyor. Cumhuriyet’in yurttaşları masada yok. Buna karşın, Öcalan, BDP, KCK, Kandil ve daha bilemediğimiz başka unsurlar bir şekilde masada.
‘Camide yan yana namaz kılmak’ barış sağlayacak önemli unsur olarak kabul görüyor. Öte yanda, Ortadoğu’da Müslümanların birbirini nasıl öldürdüğü görmezden geliniyor.
Çözümün temel unsuru olmak gereken Cumhuriyet yurttaşlığına ve temel insan hakları olarak kişi haklarına hiç gönderme yok.
İnsan haklarının evrensel boyutu konuşulmuyor fakat Kürt sorununun grup haklarına dayalı çözümü, nihai çözüm olarak önümüze sürülüyor.
 
Bu gidiş ne getirir? Öncelikle “barış içinde bir arada yaşamak” fikrine olumlu katkı yapmayacağını öngörmek gerekir. Barış gelebilir ama “bir arada yaşamak” fikri son bulur.
Bu gidiş, önünde sonunda herkesi ‘kendi evine’ gönderir.
Bu gidiş, Batı Anadolu’da yaşayan Kürtleri çok sıkıntıya sokar.
Bu gidiş, milliyetçiliği hiç olmadığı kadar kışkırtır.
Bu gidiş, Ortadoğu’yu yönetme hayalleri kuranları, bırakın Mezopotamya’yı,
Anadolu’yu ve Trakya’yı dahi yönetemez hale getirebilir.
Bu gidiş, bölge haritasının yeniden çizilmesiyle sonlanabilir.
Bu gidiş, uzun sözün kısası, Türkiye Cumhuriyeti’ni bitirebilir.
 
Ülke ekonomisinde işlerin görece yolunda gittiğini ve bir süre daha bu olumlu havanın süreceğini söylemek mümkün. Ancak sosyal sorunlar söz konusu olduğunda, aynı şeyleri söylemek mümkün değil.
Gelişmeler gösteriyor ki, kamusal alanda yeni bir yapılanmaya ihtiyaç var. İslamcılar ve Kürtler, muhafazakârların ve liberallerin desteğiyle, süregelen kamu düzenine şiddetle itiraz ediyorlar. Bu gelişmeler sonucunda, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi tartışmaya açılmıştır; kurucu irade sorgulanmaktadır.
Her şey konuşulabilir, tartışılabilir. Fakat kapalı kapıların ardında nelerin konuşulduğu, sorunun muhatabı kitleler tarafından bilinmemektedir, Kürt sorununun problematiği tam bir muammadır, talepleri karşılamak için kamusal alanda yapılması düşünülen düzenlemeler, üniter yapı içinde imkânsızdır; bu ahvalde, çözüm arayışlarına toplumun dâhil olması veya bilinçli onay vermesi pratik olarak mümkün değildir.
Hâlbuki yeni bir “toplumsal sözleşme” söz konusu ise, toplumun bütün kesimlerinin bu sürece dâhil olması, demokrasinin gereğidir. Katılımcılık ilkesi şimdi işlemeyecekse, ne zaman işleyecek!
Bu topraklar üzerinde “hep birlikte barış içinde yaşamak” bir ilke olarak hayata geçecekse, öncelikle demokrasi ve insan hakları bağlamında sorunlara nasıl bakacağımızı bilmek zorundayız.

Kürt sorununu çözüme götürecek süreci yönetmekte olan AKP iktidarının demokrasi ve insan hakları sicili bozuktur. Masanın diğer tarafında oturduğu varsayılan Öcalan’ın ve PKK’nın siciline bozuk demek hafif kalır. Bununla beraber, bu yakıcı sorunu görüşmeye bir yerden başlamak gerekiyordu ve muhtemelen önümüzdeki günlerde “bir yerden başlanmış” olacak. Masaya oturanların tartışmalı sicili pek umut vermemekle birlikte barışa giden yola her kim çıkmışsa kabulümüzdür. Bu zorlu ve uzun barış maratonunda köprülerin altından daha çoook suların akacağını bilmeliyiz. Paris’te işlenen cinayet bizi bekleyen zorlu sürecin habercisidir.
Bunlar iyi günlerimiz.