GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ender ALDANMAZ
YAZARLAR
21 Mayıs 2022 Cumartesi

Opel, SADAT, Koku…

Seçim sathı yaklaştıkça siyasi arena kızışıyor.

Geçen haftanın Çarşı Karışık’ında “Olağanüstü Döneme Giriş” yazısında iktidar sahiplerinin verilen iki mahkeme kararı ile birlikte muhalefet içinde bir mıntıka temizliğine başladığını ve Türkiye’nin 7 Haziran-1 Kasım 2015 sürecine benzer sert siyasi iklimin içine iteklenme olasılığını irdelemiştik.

Bu hafta ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı SADAT baskını ve ortaya koyduğu iddialar, seçim sürecinin olağanüstü geçeceğine yönelik izlenimleri daha da kuvvetlendiriyor.

Bu hafta üzerinden atlanan bir diğer önemli konu da helikopter kazasında vefat eden ancak ölümünün suikast sonucu olduğu iddiası fazlasıyla dillendirilen Büyük Birlik Partisi’nin (BBP) merhum lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun koruma polisi olan Erol Yıldız’ın esrarengiz ölümüydü. 

Ülkeye keskin bir koku sinmiş vaziyette...

Koku derken İzmir'in son günlerde bir başka koktuğuna da bir parantez açmayı da unutmadık.

*

SADAT BASKINI VE ÇILGIN GEÇECEK BİR 13 AY
CHP Lideri Kılıçdaroğlu, gayri nizami harp eğitimi veren SADAT önüne giderek seçim süreci içerisinde oluşabilecek her türlü kaosun sorumlusunun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile SADAT olacağı iddiasında bulundu.

Kılıçdaroğlu, burada seçim güvenliğinden bahsetti ve SADAT’ın seçim güvenliğini tehlikeye sokabilecek bir odak olarak ifade etti ve dikkatleri buraya çevirdi.

SADAT, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası kurulan, içerisinde savunma sanayi ve özel güvenlik şirketleri gibi organların yanı sıra TV ekranlarında güvenlik uzmanı olarak programlara katılan emekli askerlere kadar geniş bir yelpazade örgütlenmiş bir “ticari” kurum olarak varlığını sürdürüyor.

Ancak SADAT’ın özellikle Suriye’deki cihatçıları yetiştirdiği ve silahlandırdığı yönünde çok güçlü iddialar da kamuoyuna yansımış durumda…

SADAT kurucularından olan Adnan Tanrıverdi’nin bir dönem “Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu”na atanan bir isim olduğunun da altını çizmek gerekir.

Güvenlik sektöründe belirli bir alanı tutan ve ayrıcalıklar tanınan SADAT bir “ticari” işletme olarak kendisini gösterse de kendi devamlılığını AK Parti’nin devamlılığından aldığı ortada…

Peki Kılıçdaroğlu’nu SADAT’ın kapısının önüne götüren şey ne olabilir?

Birincisi, Kılıçdaroğlu’na seçim süreci ile ilgili olarak çok ciddi bir istihbarat gelmiş olabilir ve Kılıçdaroğlu, bununla ilgili bir önlem alma hissiyatına kapılmış olabilir. İkinci ihtimal ise Kılıçdaroğlu’nun kurum önlerinde yaptığı ve oldukça da etkili olan politik hamlelerinden biri olabileceğidir.

Burada önemli olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun SADAT’ın seçimleri provoke edebilecek en önemli odaklardan biri olarak mı görerek gittiği mi ya da iktidarın zayıf halkası olduğu için mi oraya gittiği konusu önem taşıyor.

Erdoğan’ın “SADAT ile alakamız yok” açıklaması ise perdeyi biraz daha aralıyor. Erdoğan’ın açıklaması aslında SADAT’ın zayıf halka olduğunun ve Kılıçdaroğlu’nun SADAT hamlesinin de zayıf halkaya vuran, bir yönüyle de politik-aktivist bir hamle olarak değerlendirebiliriz. Diğer yandan SADAT’ın uluslararası düzeydeki hareket alanı ile AK Parti’nin Suudi Arabistan ve BAE ile geliştirdiği yeni siyaset hattının çelişiyor olması da SADAT’ı iktidar nezdinde zayıf halka haline getirmiş olabilir.

OLAĞANÜSTÜLÜĞÜN KİME FAYDASI VAR?
7 Haziran 2015 Seçimleri ile 1 Kasım 2015 Seçimleri arasında yaşanan gerilim ve olağanüstülük iktidara yaramıştı. Olağanüstülük hali ve imasının açıkçası iktidara yaradığını da söylemek mümkün.

Muhalefetin ise buna ne tür argümanlarla yanıt vereceği ise oldukça önemli. Muhalefet, Kılıçdaroğlu’nun “kapı önü” muhalefeti olmasa neredeyse hareketsizlik seviyesinde iktidara cevap veriyor ve olağanüstülük siyasetini iktidarın elinden almak için bunu bir yöntem kullanıyor. İktidar ise Gezi Parkı Davası ile Kaftancıoğlu Davası’nda verilen kararlarla olağanüstü sürece yaptığı girişini ay sonunda İmamoğlu davası ile HDP’nin kapatılması davası ile boyutlandırabilir. Muhalefetin ise oluşturacağı kamuoyu ise bu davalarda verilecek kararlarını da yolunu çizmiş olacaktır. Diğer yandan sığınmacı konusu ile yükselen öfke dalgası ise provokatif eylemler için oldukça elverişli bir zemin yarattığını da vurgulamak gerekiyor.

Kısacası çılgın bir 13 ay bizi bekliyor.

*

TESADÜF MÜ, YOKSA CİNAYET Mİ?

Erol Yıldız… BBP Lideri merhum Muhsin Yazıcıoğlu’un koruma polisi…

1,90 boyunda, 105 kilo ağırlığında oldukça fit bir polisti.

Yazıcıoğlu davasında üç polisle birlikte tanık olarak ifade verecekti. Evinin önünde duran ve çalışmayan Opel marka otomobilini “yokuş yukarı” ittirirken aracın altında kalarak vefat etti.

BBP MYK üyesi Ali Karahasanoğlu, Yıldız’ın kendisine “ölürsem bil ki suikast yaptılar bana” dediğini Yeniçağ Gazetesi’nde verdiği demeçle açıkladı.

Tüm bunlar olurken Türk basını MHP eski milletvekili Ahmet Çakar’ın oyuncu Melis Sezen için söylediği “Bir kıyafet giymiş o kıyafet kanunen suç. Çünkü göğüs dekoltesi tamamıyla açık toplum içinde kendini gösteriyor. Yani sutyen yok” sözüne takılmış durumdaydı!

Bu kaza bence en az Yazıcıoğlu’nun kazası kadar şüphelidir.

Biz komplo teorilerine oldukça yatkın bir milletiz. Memleketin “derin devlet” geçmişi de olayı şüpheli kılmıyor değil. “Tesadüf sonucu” ölümlere çokça örnek de verilebilir. Ancak suikaste uğradığı neredeyse kesin gözle bakılan Yazıoğlu’nun korumasının davadan bir hafta önce “tesadüfen” ölmesi kafalarda soru işaretlerini arttırıyor.

Bu soru işaretlerinin giderilmesi için ise emniyet ve adalet sisteminin üzerine ise büyük iş düşüyor.

Erol Yıldız öldürülmüş de olabilir, tesadüf eseri ölmüş de olabilir. Orasını bilemiyoruz. Asıl soru ise Yazıcıoğlu'nun ve koruması eğer ki öldürülmüşse onların katilini yargılayacak bir adalet sisteminin varlığı var mıdır/yok mudur?

Cevap sizin…

*

Şehrin biraz dışarısında yaşamanın bazı dezavantajları kadar avantajları da bulunuyor.

Son dönemdeki en büyük avantajım burun deliklerimi sızlatan, körfezdeki müthiş kokudan uzak kalmam oluyor.

Her yıl daha çok havaların ısınması ile genellikle de sabahları ortaya çıkan pis koku bu sene daha havalar ısınmadan günün her saatine yayılmaya başladı. Egedesonsöz’ün manşetiyle söylersek İzmir bir başka kokmaya başladı.

Özellikle sahil bandında yaşayanlar için hayat ızdıraba dönmüş durumda. Normal şartlarda başka kentlerde sosyoekonomik olarak daha altta olan yerleşim birimlerinde yaşanan sorunlar bizde tam tersine lüks muhitleri etkiliyor. Eve girsen kokuyor, sokağa çıksan kokuyor. Kaçışın yok. Son günlerde oda parfümü satışlarının artıp artmadığına da bir bakmak gerekebilir.

Coğrafi olarak dezavantajlı bir kentteyiz. İzmir, dağlar ile körfez arasına sıkışmış durumda… Tepeden baktığımızda kent ters bir koniye benziyor. Ters bir koniye su doldurursan şehirdeki tüm sular, dereler, atıklar merkezde toplanır. İzmir’de hem koku sorununun hem de su baskınlarının fazlaca olmasının nedeni de biraz da coğrafi şanssızlığımızdandır. Artısı kirliliği oldukça yüksek Gediz Nehri’nin de denizle buluştuğu yer İzmir. İstanbul Boğazı oldukça akıntılı olmasına rağmen müsilaj olayını hep beraber gördük. Gürül gürül akan İstanbul Boğazı’nda bile bunlar yaşanıyorsa İzmir’de koku ve kirlilik sorununun yaşanması da olağandır.

Belediye tarafından büyük arıtma tesislerinin yanı sıra kanallarla da sorun bir ölçüde çözülmüştü. Fakat bu çözümün geçici bir çözüm olduğu anlaşılıyor. Hızla büyüyen kentlerin sorunları da hızla büyüyor. Kentin coğrafi sıkıntısı sebebiyle de bu sorundan kurtulmak da belediyeye maliyetli olacaktır. Yani bu sorun bir süre daha hayatımızda olacak.

Körfez temizliği konusu 31 Mart Yerel Seçimleri sürecinde Başkan Tunç Soyer’in oldukça iddialı vaatlerinden birisiydi. Üç yıl içerisinde Konak-Karşıyaka arasında yüzeceğini söyleyen Başkan Soyer için üç yıllık süre aşıldı. Siyasetçilerin/idarecilerin çocukluk hastalığı olan popülizmin kişiye artısından çok eksisi olduğunu söylemek gerekir. Bundan da uzak durmak gerekiyor.

Peki bir mucize olur da bu yazın sonunda körfezde yüzmeye başlar mıyız? Yüzen pekala yüzebilir ama ben yüzmem.