GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
24 Ağustos 2011 Çarşamba

Girişi ben yazdım, sonucu Aziz Kocaoğlu

Buca’nın yüzü eskimiş caddelerinden geçip, her zamanki trafik sıkışıklığına ‘ya sabır’ çekerken… Homurtularla ilerleyen köhnemiş otobüste, ‘ilklerin şehri’ İzmir’deki algının ‘zamanın durduğu şehir’e doğru evirilişinin nedenlerini düşünüyordum kimbilir kaçıncı kez…
İkiçeşmelik Caddesinde otobüs yokuş aşağı doğru hızlanınca, gözlerim de kaldırımlara boydan boya yayılmış ‘işgalci kuvvetler’in silahlarından; buzdolaplarından/eskimiş koltuklarından/sobalarından, sayısız çeşitteki eski/yeni eşyalardan hızla kurtulsa da… Onca eski püskünün/dağınıklığın/yayalara geçiş hakkı bile tanımayan o hoyrat bencilliğin yaydığı sinsi enerjiden kaçamadığımı hissettim yine de…
Kent merkezindeki belki de en çirkin yapılarından, o çirkin yapılara iliştirilmiş her biri sakillikte birbiriyle yarışır tabelalardan, klimalardan sarkan hortumlarla bezeli işyerlerinden/işhanlarından sonra ortaya çıkıveren Agora’da nefes alabildim ancak.
Kent büyüdükçe/kalabalıklaştıkça yapılanlar da görünmez mi oluyordu?
Onları görünmez kılan yoksa şu ‘vitrin’ diye tanımladığımız bölgelerde yıllardır değişmeyen görüntü müydü?
Piriştina döneminde değişen Konak Meydanı, Konak Pier’le başlayıp Pasaport’a eklenen seyir teraslarından, yenilenen 1. Kordon’a, çiçeklenen Alsancak sokaklarına kadar artık her taşını neredeyse ezberlediğimiz güzergâhlar, çoktandır yeni olmaktan çıkmıştı ve her mevsim dönüşü yenilenen/tazelenen çiçekler de olmasa…
Arada sırada buralara uğrayan herhangi biri; zamanın kentin göbeğinde durduğuna, yeminli şahitlik edebilirdi…
 
Yazıya bu girizgâhla başlayacağımı biliyordum büroda bilgisayarımın başına geçerken. Ve her zaman olduğu gibi, nasıl sonuçlanacağına, yazı kendisi karar verecekti.
Bu kez öyle olmadı ama.
Sevgili Reşat’tan (Yörük) gelen davet telefonu, sonucu değiştirdi.
Yazının kaderini bu kez, Aziz Kocaoğlu’nun sözleri belirleyecekti…
 
Asansör’de, Başkan’ın özel konuklarını ağırladığı ‘kaptan köşkü’ne adım atarken, sohbetin bu kadar uzun süreceğini, iftar saatinde başlayan konuşmaların sahura kadar devam edeceğini doğrusu tahmin etmiyordum. Başkan’ı bu kadar rahat/kararlı göreceğimi de.
Daha birkaç gün öncesine kadar ‘aday olup olmayacağını’ tartıştığımız Aziz Kocaoğlu’nun tam anlamıyla 2014 seçimlerine kilitlendiğini, Büyükşehir’i ve beraberinde ilçeleri AKP’ye bırakmamak için canını dişine takacağını, bunu hayat-memat meselesi olarak gördüğünü, kendi adaylığına değil de CHP’nin seçimi kazanması hedefine yoğunlaştığını… Bu uzun gecenin her dakikasında hissettim biraz da şaşırarak…
Sözlerin kayıt altına alınmadığı ama her sözcüğün belleğimize kaydolduğu gecede siyaset adına, kent adına pek çok konu soruldu/cevaplandı/konuşuldu/tartışıldı.
Doğrudan cevaplamak istemediği soruları ‘fıstık gibi’ lafıyla geçiştirip o konuya sonrasında farklı cepheden yaklaşıp bizim de o farkı fark etmemiz için çaba sarf eden bir Başkan’la karşılaştım dün gece. Empati kurmaya davet etmekten öte bir çabaya. ‘Olaya bir de bu yönden bakın’ diyen bir anlayışa.
 
Hükümetin İzmir’i almak için başlattığı yatırım hamlelerine karşılık vermeye hazırlanan…
30 Kasım’dan itibaren kentin üst yapısını değiştirecek 1 katrilyonluk projelerle gündemi dolduracak…
İkiçeşmelik’ten Pasaport’a, Pasaport’tan Kordon’a kadar İzmir’in vitrinini yenilemeye kararlı…
Buca’yı İzmir’in ilçeleri arasında ‘parlayan yıldız’ yapmaya söz vermiş,
‘2014 seçimlerinde İzmir’de tarih tekerrür edecek’ diyen bir Aziz Kocaoğlu’yla tanışmak…
Doğrusu bu ya, güne yazının girişinde anlattığım gibi başlamış biri için…
Önümüzdeki 2.5 yılın hizmet yarışıyla geçeceği, kentin fiziki olarak altının üstüne geleceği, bu yarışta kesin olan sonucun ‘İzmir’in kazancı’ olacağı düşüncesi… Sahiden de iyi geldi.
 
Kabaca hatlarını çizdiğim bu iyilik halinin açılımını, sonraki yazılarda daha net ve ayrıntılı okuyacağınıza emin olunuz…