GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
30 Kasım 2009 Pazartesi

Ey Kürtler! Neden ayrılıkçı değilsiniz?

Bayram için yaptığım bütün planlar, arefe günü "domuz gribi" nedeniyle yatağa çakılmamla birlikte suya düştü. ’¶
Bırakın eşimle birlikte Eskişehir'e gidip uzun süredir görmediğim annesiyle/kardeşleriyle sarılıp öpüşmeyi; İzmir'de evime 15 dakika mesafede oturan kendi annemle/babamla bile öpüşüp koklaşamadım.
Telefon aletiyle bayramlaştım onlarla bile.
Arefeyi ve bayramın ilk gününü külliyen yatakta geçirsem de, üç gündür evin içinde dolanabiliyorum; en önemlisi yazılı basını, internetten takip edebiliyorum. Kucağımda bir adet laptop, gözlerim şaşılaşana kadar okuyorum.
En çok da İzmir'le ilgili olanları. Zaten bütün gazeteler İzmir kaynıyor. Birbirine çakan çakana. 'Bayram molası' falan yok köşelerde İzmir üzerine.
Vücudum taş olup kalkamasa da, beynim kıpır kıpır; dur durak bilmeden işliyor.
İzmir yazılarını okuma, gelecek röportajları planlama ve röportaj yapacağım kişilerden randevu alma falan filan işlerini neredeyse tamamladım. İş, gücüme yeniden kavuşup memleket yollarına düşmeye kaldı.
O yüzden salyangoz gibi ağır çekim çalışmaya, vücuda vitamin depolamaya, sürahiyle portakal/greyfurt suyu içmeye, bir süre daha evden devam edeceğim.
"Az çalışacağım" dedim ya... Kendim yazmayıp (gelecek için kar biriktirmeye gayret ettiğim için) bugün köşeme, çok farklı bulduğum bir yazarın İzmirli ilgili yazısını alıyorum. Milliyet Gazetesi'nden Kadri Gürsel'in yazısını.
Meslektaşımın bu yazısı, dünkü Milliyet'te yer aldı. Bugün de "Bu açılıma, bir Vamık Volkan yetmez" başlığıyla devam etmiş Gürsel de... Bence, dünkü yazısı konuyu 12'den vurmuş. Siz bu yazıyı şimdi okuyun, sonra Milliyet.com'dan, ikinci yazıya ulaşırsınız.
İşte Kadri Gürsel'in, "Ey Kürtler! Neden ayrılıkçı değilsiniz?" başlıklı yazısı:
Geçenlerde Kürt siyasi hareketinin ’“halkla ilişkiler’” alanında yıllardır kilit önemde bir faaliyet yürütmekte olan bir ’“aktivist’” ile sohbet ediyordum...
Söz döndü dolaştı Türklerdeki ’“Kürt ayrılıkçılığı’” algısına geldi... Malum, araştırmalarla da saptanmış olan bir paradoks söz konusu: Türklerin çoğunluğu Kürtlerin ayrı bir devlet kurmak istediğini düşünürken, Kürtlerin büyük bir çoğunluğu ayrılmak yanlısı değil.
Kürt hareketi de ’“bağımsız Kürt devleti’”nin gerçekçi bir proje olmadığını neredeyse 10 yıl önce idrak etti... Tabanlarında romantik ayrılıkçı eğilimler varlığını sürdürse de şimdi federasyona varan bir ’“özerkliği’” savunmaları bu idrakin bir sonucu.
Ancak Kürt hareketinin çok kritik bir zaafı var: Türk halkını ayrılıkçı olmadıklarına ikna edemiyorlar.
Diğer taraftan, ’“İkna edemiyorlar’” yerine, ’“Türkleri ikna etmek için siyasi enerji harcamaya gönülleri varmıyor’” demek daha mı doğru olur acaba?
’“Biz ayrılıkçı değiliz’” diyor ve orada duruyorlar; genel söylemleri bu.
Bir yenilgi psikozu mudur onları daha fazlasını söylemekten ve yapmaktan alıkoyan?
PKK’’nın kendine zulmü
Yakın zamana kadar dağlarda ’“bağımsız Kürdistan’” için kan dökerken şimdi Türkleri ne kadar da ’“iyi Kürtler’” olduklarına inandırmaya çalışmak fikri onlara ’“zulüm’” gibi geliyor olmalı.
Varsın olsun... Madem Kürt hareketi engellenemez biçimde siyasallaşıyor; kendi kendilerine koydukları engellerle de mücadele etmek onların görevi olmalıdır, değil mi?
Bunun için kendilerini anlamaya çalışanlara söyleyebildiklerini, onlar hakkında olumsuz düşüncelere sahip Türklerin önünde de artık yüksek sesle tekrarlamaya başlayarak işe koyulabilirler.
’“Biz ayrılıkçı değiliz’” şeklindeki cümlenin sonundaki noktayı kaldırsınlar; o cümle ’“çünkü...’” diye devam etsin...
Neden ayrılıkçı olmadıklarını samimi biçimde anlatırlar ve Türkleri inandırırlarsa, her şey eskisinden daha güzel olabilir.
DTP konvoyunun saldırıya uğradığı günün ertesinde bütün gazetelerde fotoğrafını gördüğümüz o İzmirli kızın taş tutan eli gevşeyebilir mesela...
Burada sözü yazının girişinde değindiğim o Kürt aktiviste getireceğim.
Bana ’“iki nedenden ötürü bağımsız Kürt devleti fikrine karşı olduğunu’” söylemişti...
’“Çünkü’” demişti, ’“İstanbul’’dan ve Ege kıyılarından kopmak, vazgeçmek istemiyorum. İkincisi de Türkiye’’nin toplumsallaşmış demokrasisi için...’”
Birincisini anlamak kolaydı da, ikincisiyle tam olarak neyi kastettiğini sordum; şu cevabı verdi:
’“Türkiye’’nin tabana yayılmış, zengin bir demokrasi deneyimi var. Güçlü bir sivil toplum, toplumsallaşmış bir demokrasi... Bu demokrasiden koparsak Kürdistan’’da faşizmden başka bir rejim kurulmaz ve bana da sonunda Türkiye’’ye sığınmaktan başka çare kalmaz.’”
İşte budur!
Kürt hareketinin sözcüleri, şayet bu ülkeyi bölmek istemiyorlarsa, neden Türklerle birlikte yaşamak istediklerini, ama bu kez yüksek sesle Türklere anlatmalıdırlar.
Aynen yukarıda aktardığım şekilde... Kürt menfaatleri seviyesinden bakarak, birlikte yaşamanın kendileri için neden rasyonel bir tercih olduğuna ne kadar çok Türkü inandırırlarsa, vazgeçmek istemedikleri Ege kıyılarında o kadar rahat ederler...
Ama küçük çocuklara gerilla kıyafetleri giydirip İzmir sokaklarında dolaştırmak suretiyle, yaşadığınız yenilgi psikozunu Türk tarafına atmak, Türk tarafında daha büyük bir yenilgi psikozu yaratmak yolunu seçerseniz, Ege kıyıları huzur bulmaz.
Hem bu ’“Kürt çıkarları’”nın da aleyhine değil midir?
Yarın Türklerin yenilgi psikozunu ele almaya çalışacağım."
ÖNEMLİ BİR NOT: Hasan Tahsin Yenigün'deki köşesinde "Taraf Gazetesi'nden Rasim Ozan Kütahyalı'da öyle addettiğimiz gibi bir yumuşama/çark etme gibi durumlar olmadığını, ama ona en iyi cevabı da yine kadın yazarların vereceğini" yazmış.
Kıdem tazminatı konusunda mahkemelik olduğum Yenigün'de, adım 'yasaklı listesi'nde olduğu için açık açık yazamamış Hasan Tahsin de.. Beni ve Yeni Asır'dan Öncel Öziçer kardeşimi kast ediyor, belli.
Benzer telefonlar ve mailler de geldiği için, buradan yazıyorum. Hiç niyetim yok o arızalı çocuğa bir daha yanıt vermeye. Bu konu, öyle arızalılar üzerinden konuşulmayacak kadar ciddi/önemli bir mevzu çünkü. Öncel'le 'iki ters/bir yüz' örüp, koyduk oncağızı kenara. Yeter. Siz de ciddiye alıp canınızı sıkmayın; daha derin, daha farklı sularda kulaç atın ama mutlaka okuyun/sorgulayın derim.