GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
7 Temmuz 2011 Perşembe

Ergenekon’sa salla, Fenerbahçe’yse du bakalım…

Dikkatli bir okursanız, 180 dereceli gözlüklerle bakabiliyorsanız olaylara…
Herkesin dilinden düşürmediği, herkesin ‘adalet bir gün herkese lazım’ diye kafa sallayıp onayladığı bu sözcüğün gereğini yerine getirenlerin, terazisi sağlamların ne kadar az olduğunu biliyorsunuzdur.
Bunu biliyorsanız; adaleti, ‘sadece sevdikleri/inandıkları/güvendikleri kişilerin başına bir iş geldiğinde hatırlayanlar’ın da farkındasınızdır o zaman.
Köşesini (derin bilgiler verdiği için) es geçmediğim, bazen kızarak/bazen onaylayarak/bazen şaşırarak okuduğum Cengiz Çandar’ın yazısını, işte bu duygularla okudum dün.
Sarı-lacivert renklerin hastası Çandar, dün Radikal’deki köşesini, Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım üzerine ayırmıştı.
Önemli randevularını bile Fenerbahçe maçlarına göre ayarladığını yazan Çandar, ‘Fenerbahçe için kenetlenme vakti’ başlığı taşıyan köşesinde, şöyle diyordu:
(…) Fenerbahçe’nin bu başarılarının altında, uzun bir altyapı çalışması, sabırlı bir inşa süreci ile bir ismin imzası yer alıyor: Aziz Yıldırım.
Kim ne derse desin, Aziz Yıldırım, şu anda ‘yargısız infaz ile darağacında sallandırılmakta’ ise de Fenerbahçe’yi dünya markası haline getirmekte, milyonlarca insanın özgüvenini geliştirmekte olağanüstü ve eşsiz katkıların sahibidir.
Son günlerde merkezine Fenerbahçe futbol takımını alarak, Türkiye gündeminin en tepesine oturmuş ‘şike soruşturması’ nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, yukarıda ifade ettiğim gerçekleri ortadan kaldıramaz.
Fenerbahçelilerin, Aziz Yıldırım ismine duyduğu ve duyması gereken kadirşinaslığı da yok edemez.
Zaten bu yüzdendir ki, birçok Fenerbahçeli tam anlamıyla ‘şok’ta ve hatırı sayılır bir Fenerbahçeli kitle, olan-bitenin ‘Fenerbahçe’ ya da ‘Aziz Yıldırım’a yönelik çok yönlü bir komplo’ olduğu kuşkusunda.
Bir yandan da medya üzerinden bütün kamuoyuna yayılan ve Aziz Yıldırım’ın ismi üzerinde odaklanan dehşet öyküleri, yüz kızartıcı iddialar söz konusu. Polis, medyaya hayli cömert bir servis sunuyor. Hazırlık soruşturmasının gizliliğine uyan pek yok.
Amerikalıların ‘done is done’ dediği gibi, Fenerbahçe’ye yeterince tahribat şimdiden yapıldı. Aziz Yıldırım’ın ismi –iddialar doğru çıksa da çıkmasa da- öylesine tahrip oldu, hakkında öyle bir ‘algı’ oluşturuldu ki, geri dönüşü çok zor.
Adeta, mahkemelerin tutukluluk kararına hükmetmemesi, Aziz Yıldırım’ın temize çıkması bir ‘sürpriz’ olacak.”
* * *
‘Polisin medyaya hayli cömert servis sunmasından, hazırlık soruşturması gizliliğine pek uyulmamasından’ şikayetçi gördüğünüz gibi Cengiz Çandar.
Yıldırım’ın ‘yargısız infaz ile darağacında sallandırıldığından, yaratılan tahribattan, oluşturulan algıdan sonra isminin temize çıkmasının sürpriz olacağı’ndan dem vuruyor ki, çok haklı Çandar.
Servis edilen görüntüler/telefon kayıtları ve konuşmalarla, ‘ateş olmayan yerden duman çıkmaz’ sözü hatırlatılarak, Yıldırım çoktan mahkum edilmiş durumda.
Tıpkı şu anda Silivri’de konaklayan, haklarında henüz delillerin toparlanması bile tamamlanmadığı halde tutuklu olarak bekleyen, içinde meslektaşlarınız da bulunduğu onlarca insan gibi.
Sızdırılan bilgiler/belgeler/görüntülerle (mahkum değil) tutuklu olan herkesin, gazetecinin/iş adamının, er’den generale her rütbedeki askerin/sendikacının çoktan suçlu olduklarının altının çizildiği gibi.
Her askerin ‘darbeci’, her gazetecinin ‘darbenin medya ayağını oluşturduğu’nu varsaydığımız gibi.
Tutuklanan her bürokratın/belediye başkanının/yardımcısının görevini kötüye kullandığına, mutlaka hortumlama yaptığına gözümüzle görmüşçesine inandığımız gibi…
* * *
Avukatlarına konulan kısıtlama kararlarının, nasıl olup da bazı medya organlarına sökmediğini, gizlilik ihlalinin nasıl olup da bu kadar yaygınlaştığını sorgulamadan, bu kadar cömert servisin niçin yapıldığından kuşkulanmadan, adı geçen herkesin/her şüphelinin ‘kirli’ kabul edilişine Aziz Yıldırım söz konusu olunca isyan edilmesi, yine de iyi bir gelişme elbet.
Ergenekon’la ilgili bir yazısında,
Hukukun üstünlüğü olmaksızın bir devletin demokratik kimliğe ve yapıya sahip olmadığı, ön kabul halindedir. Hukukun üstünlüğünden kasıt ise, bütün vatandaşların sıfatları ne olursa olsun kanun önünde eşitliği demektir. Ve bunu uygulamaya bakarak anlayabiliriz. Yani Dolapdere’de bir delikanlı cam kırdığı zaman ona ne müeyyide uygulanıyorsa, bunu yapan Başbakan ise, Genelkurmay başkanı ise, Emniyet genel müdürü ise, bilmem ne bakanı ise aynı müeyyide aynı şekilde uygulanıyor ise orada hukuk devleti var demektir” diyen…
 ‘Hukukun üstünlüğü’nün anlamı, sıfatlarına bakılmaksızın ülke vatandaşlarının tümünün hukuk önünde eşit olmasıdır. Zekeriya Öz’ün önünde muvazzaf, emekli generaller, subaylar, polis şefleri, akademisyenler, basın mensupları yürüttüğü soruşturma kapsamında adaletin önünde ‘resmi geçit’ yaptılar.
Türkiye’nin önüne sunduğu fotoğraf, ‘hukukun üstünlüğü’ kavramına yapılabilecek en büyük katkıdır” yazan Cengiz Çandar, sonuna kadar haklıdır.
Ama bir üniversitede yaptığı konuşmada,  “iyi durumda mıyız, umut var mı derseniz, bir umut var. En basitinden bu konuları, bazı isimleri ve bazı kavramları alenen ve yüksek sesle mikrofon arkasından telaffuz ederek bir üniversite salonunda konuşur durumdayız. Biz bunları dediğim gibi bundan 10 yıl önce, 20 yıl önce sağa sola bakarak fısıldar gibi konuşurken şimdi işporta tezgâhına düşmüş gibi bütün bu kavramlar yayılıp, saçılmış durumdadır. İşte bu nedenle bu toplantıyı mümkün kılan Genç Siviller’e bir kere daha teşekkür ediyorum” diyebilen Çandar, bugün Fenerbahçenin işporta tezgahına düşmesine isyan ediyorsa, en azından bundan sonra, tanımadığı/sevmediği şüphelilere de ‘gerçekten adil yaklaşmayı’ denemelidir. Onların da işporta tezgahına düşmelerinden mutsuz olmalıdır.
Ayrıca, ‘30 aydır’ gündemde olan ama medyaya ‘bir satırlık dinlemesi/bir karelik görüntüsü’ bile sızdırılmayan, ‘olması gerektiği gibi’ gizliliği ihmal edilmeden ve tutuklanmadan yürütülen ‘Deniz Feneri’ davası için, nasıl olup da adil/hukuki bir soruşturma yürütüldüğünü de sorgulamalıdır.
Kendi canı yanınca, kendi ayağına basılınca yapılan haykırış, olsa olsa ‘kendine demokratlık’ olur ki; bu sıfatı da demokratlıkta sınır tanımayan, ‘Hukukun üstünlüğü’nün anlamı, sıfatlarına bakılmaksızın ülke vatandaşlarının tümünün hukuk önünde eşit olmasıdır’ı savunan Çandar, önce kendisi yakıştıramaz herhalde…
Ne de olsa o, köşesinde yazdığına göre ‘Tüm ömrünü mazlumların ve mağdurların haklarını seslendirmeye adamış biri’dir…