GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
26 Ekim 2015 Pazartesi

Demokrasi ve barış için ortak program…

Yönetilemez duruma gelen toplumlarda insanı genellikle korkuları yönetiyor. Güven duygusunu yitiren toplumda, gündelik hayatın getirdikleri karşısında hâkim duygu, endişedir.
Korku ve endişe toplumda derinleşiyorsa, ülkeyi yönetenlerin dönüşü olmayan bir yola girdiğini düşünmek gerekir. Tam da Türkiye’nin içinden geçtiği kaotik süreçte olduğu gibi…
 
Türkiye denedi, olmadı. Demokrasi bir yönetim biçimi olarak kamusal hayatın normlarını belirlerken; islamiyet aynı zamanda bir yönetim biçimi olarak kamusal hayata müdahale ettiğinde ortaya çıkan çatışmalı durum uzlaşmaya izin vermiyor. Uzlaşmaz çelişki dediğimiz tam da böyle bir şey oluyor. Gelinen bu aşamada islamcı hareket ya demokrasiyi tasfiye edecek, ya da kendisi tasfiye olacak. Din, inanç alanına geri dönecek veya kamusal yaşam din normlarına göre yeniden düzenlenecek…
Erdoğan ve çevresi bu gerçeğin farkında; Şimdi harekete geçmezlerse yarın geç olacak. Yani iktidarı kaybetmemeleri gerektiği gibi rejimi de dönüştürmeleri gerekiyor.
 
Kimlik siyasetiyle ekilen husumet nihayet boy vermeye başladı. Konya’da oynanan milli maçta, terör saldırısında ölenler için yapılan saygı duruşuna tribünlerden yükselen protesto, bu ülkede nefretin ve sevgisizliğin boyutları hakkında bir fikir verdi. Faşizmin kitle ruhu uyanmış durumda. Bu ruh haline uygun biçimde Güneydoğu’da, Irak’ta ve Suriye’de estirilen savaş rüzgârları, faşizm ile aramızda kalan son bentleri de yıkabilir.
 
 AKP’nin yönettiği Türkiye Dünya’da yalnızlaştı. Avrupa, ABD, Rusya, İran, Irak, Suriye, Mısır, İsrail ile bozulan ilişkileri Erdoğan ve AKP yönetiminin düzeltemeyeceği ortada.
Hal böyle olmakla birlikte, Erdoğan ve çevresi gitmeyecek. “Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra kurdurulan gecekondu devlet” olarak nitelendirdikleri Türkiye Cumhuriyeti’ni tamamen ele geçirmek için her şeyi yapıyorlar ve yapmaya devam edecekler.
Ortaya çıkan siyasi manzara endişe verici; İktidarda kalmak için her şeyi göze almış islamcı iktidar grubu ve faşizme teşne kitleler; Yani totaliter yönetim biçiminin maddi temeli oluşmuş durumda… Savaş rüzgârlarının köpürttüğü milliyetçilik ve dindarlığın beslediği İslamcılık, Türk-İslam sentezinin yeni bir versiyonu olarak zuhur edebilir. Erdoğan böyle bir yaklaşımın işaretlerini bir süredir veriyor. Bir elin parmakları Rabia işareti yaparken diğer elin parmakları Bozkurt işareti yapıyor. MHP’ye yönelik çirkin bir kışkırtma var. Her şeye “hayır” diyen Devlet Bahçeli durduk yerde hayata küsmedi… Ayrıca, Bahçeli’nin tutumunu haksız da bulmuyorum.
 
Bu ahvalde, demokratik toplumun ve demokrasi güçlerinin mücadele biçimi ne olabilir?
İnsan haklarına dayalı laik ve demokratik hukuk devleti üstünde mutabakat aramak için bir araya gelmek, ülke koşullarında, en makul çözüm yolu gibi duruyor.
Barışa giden yolda CHP tarihi bir misyon yüklenebilir ve bu misyon, “ortak program” ile ete kemiğe bürünebilir.
Demem o ki, CHP, “ortak program” çerçevesinde toplumun demokrasi isteyen kesimleri bir araya getirmeyi denemeli.
Fransa’da, 1972’de, Sosyalist Parti ve Komünist parti birlikte “Ortak Program” hazırlamıştı. Fransız solu bunu denedi; 1974 seçimlerinde oyların %49.33’ünü almayı başardı.
 
Peki, günümüz ülke koşullarında, sosyal demokratlar, liberaller ve sosyalistlerin birlikte oluşturacağı ortak programa ihtiyaç var mı?
Kanımca ihtiyaç var. Hatta son gelişmelerden sonra böyle bir ortak programın zaruretinden bile söz edilebilir. Ortak programın hangi kriterlere göre ve nasıl oluşacağı ise, prensip olarak ortak program fikrine evet dedikten sonra taraflarca tartışılabilir.
 
Ortak program, önümüzdeki seçimlerin değil fakat önümüzdeki yıllarda yaşanması muhtemel siyasal bunalımın ortaya çıkardığı bir zorunluluk olarak anlaşılabilir.
Görünen o ki, 01 Kasım genel seçimlerinin sonuçlarının ülkeyi uzun süre taşıması mümkün olmayacak. Türkiye kaotik bir dönemden geçiyor. Böyle bir zamanda, çıkış yollarını konuşurken, “ortak program” fikrini tartışmak zihnimizi açabilir.
Bütün kimliklerin bir araya gelerek, kimlik siyasetine son vereceği, demokratik toplumu inşa edeceği ve devleti yeniden yönetilebilir duruma getireceği ‘solun ortak programı’ ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Ve bir yerden başlamak gerekiyor.
Aksi durumda, yönetilemez duruma gelen ülkede siyasetin çözümsüzlük ürettiğine dair kanaat yaygınlaşırsa devreye kimlerin gireceğini, uluslararası sistem şimdiden işaret etmeye başladı…