GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
23 Eylül 2015 Çarşamba

Amerikan rüyasından geriye kalan gri günler…

Seksenli yıllarda, sosyalist sistem çöktükten sonra kapitalizmin biricik dünya sistemi olmasıyla başlayan Amerikan rüyası yeryüzünü adeta fethetmiş, “tarihin sonu” ilan edilerek insanlığa baş döndürücü güzellikte bir hayat vaat edilmişti; İyi bir iş, havuzlu lüks bir konut, güzel bir araba, tatilde dünya seyahatleri, marka şıklığı, önemli olmanın ayrıcalığı…
Rüya uzun sürmedi. Bu yüzyılın başında, rüyanın yerini hayal kırıklığı aldı. Dünya nüfusunun %75’i yoksullaşmış, o rüyanın peşinden koşanlar borca batmış, büyük gösteriden geriye hüsran kalmıştı.
Geçen yüzyılda kapitalizmin doğa yasalarının gereği olarak ortaya çıktığı ileri sürülmüş ve bu teze dayanarak tarihin son bulduğu söylenmişti. Tek kutuplu dünyada hayat bayram olacaktı…
Olmadı. Aksine, artı-değerin önlenemez genişlemesiyle ortaya çıkan sorunlarla kapitalistler de baş edemiyor. Büyük yanılgının yol açtığı tahribat gün be gün büyüyor. Yaşanan paradigma çökmesi sisteme duyulan güveni sarsıyor.
 
Yüzyılımız, akıl ve vicdan yoksunluğunun insan yaşamında ve doğada yaptığı büyük hasarla anılacak.
Gerçek ile görüntü, tüketim ile ihtiyaç arasında fetişlere kurban edilen insan, çıkışsızlıkla malul.
Araf’ta büyük çaresizliğin duvarlarına çarpa çarpa dizleri üstüne çöken insan, yaşamaya dair ne varsa dağarcığında, tükene tükete yok oluyor; uygarlığın alacakaranlığında, tanrı ile hemhal, sonlu ve sonsuzun kıskacında, “medet Allah!” diyor.
Artık gri günlere uyanıyoruz; Dünyanın bütün sabahlarında insanlığın yaşama sevinciyle güne uyandığı zamanlarda değiliz. Yaşamın renklerini bir bir soldurduk...
 
Yiğit Özgür’ün bir karikatürüne bakıyorum: Üstü başı perişan bir adam, pembe bir cabriolet otomobilin direksiyonundaki zengin adama soruyor; “Şş...Hayat çok mu güzel lan?..”
Yapıla geldiği gibi, o karikatürün anlattıkları üstüne bir roman da yazabilirsiniz, binlerce sayfa sosyolojik veya siyasi analizler de yapabilirsiniz… Yazılanlar, o tek kare ve tek soru ile anlatılanın gücünde olur mu, o da başka bir mesele.
Bu iki insanı yoksulluğuyla ve yoksunluğuyla birbirinden ayırt ediyoruz; Biri yoksul, parası yok. Biri varsıl, vicdanı yok. Akıl, muhtemelen ikisinde de yok.
Biri yoksullukla, diğeri yoksunlukla hayata tutunarak yeryüzünde varlığını sürdüren bu iki insanın birbirini sürekli olarak yeniden ürettiğini biliyoruz. Bu yüzden, her ikisi de birbirinden vazgeçemiyor. Marx Kapital’de ne anlatırsa anlatsın, bu ikisi birbirinden vazgeçemiyor. Varsılın arzusu, yoksulun yazgısı olmuş; yoksulun arzusu ise varsılın kâbusu…
“Artık görevimiz dünyayı anlamak değil değiştirmek olmalı” diyen Marx’a saygısızlık etmek istemem ama diyorum ki; “Ne anlamak ne değiştirmek, yıkmak gerek!”
 
Dünya sistemi kapitalizmin girdiği bu son bunalımdan sonra, insanlık durumunun daha iyiye gitmesi ihtimal dâhilinde değil. İyimser olmanın anlamı yok. Mevcut koşullarda iyimserlik sadece ve sadece kapitalistlerin değirmenine su taşıyor. Belki ihtiyatlı iyimserlik olabilir… Mesela, “bayramdan sonra kapitalist sistem yıkılacak!” gibi…
Gerçek hayli can sıkıcı. Her şey çok kötü gidiyor ve kısa vadede hiçbir şey iyiye gitmeyecek. Zaten iyiye gitmesi için insanlığın bir şey yaptığı da yok. Şimdilik yok.
Bununla beraber, böyle zor zamanlarda, büyük insanlığın tarihsel olarak büyük işler başarmışlığı var.
Bayramda enseyi karatmayalım, değil mi? Kaf dağının ardında da olsa, umut var!

Hadi bakalım, “İyi bayramlar!”