GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
10 Eylül 2015 Perşembe

Çözüm sürecinin getirdikleri

‘Bu topraklarda, Kürtler ve Türkler bir arada yaşıyor.’ Bu gerçeği her fırsatta dile getiren Türkler ve Kürtler, bir arada yaşamanın gerektirdiği gibi hareket etmiyorlar; ‘Gerçekten bir arada yaşadıklarını’ birilerinin onlara söylemesi gerekiyor.”
                                                                                     
“Kürtler ‘bitti’ demedikçe Kürt sorunu bitmez.” Yanılmıyorsam, seçimlerden birkaç ay önce, HDP yöneticilerinden biri böyle söylemişti…
“Kürtler, müzakereleri birlikte yürüttükleri çevrelere bu uyarıyı yaparken verdikleri fotoğrafın ne kadar sıkıntılı olabileceğini öngörememişlerse, işimiz zor; Bu sözlerin yaratacağı sıkıntıyı bilerek söylemişlerse, işimiz çok daha zor.”
 
O günlerde durumu böyle not etmiştim. Ve şu soruyu sormuştum:
Kuşkusuz, bu meydan okuma Kürtlerin gururunu okşuyor. Fakat bir o kadar da Türkleri kışkırtıyor. Diyelim ki Kürtler ‘bitti’ dedi. Türkler, ‘bitmedi’ derse, ne olacak?”
 
Böyle ulu orta meydan okuyan sözlerin sahibi ne kadar Kürt ise, bu sözlerin muhatapları da en az o kadar Türk… Ve bu ülkede, tıpkı Kürtler gibi, Türkler de dış kapının mandalı olmaktan hoşnut değil. “Ezen ulus/ezilen ulus” denkleminden kimse medet ummasın.
HDP’li bir milletvekili aşka gelmiş konuşuyor; “PKK, Türkiye ve Ortadoğu’yu gül bahçesine çevirmek için kurulmuş… Kimse gücünü test etmesinmiş… Yoksa PKK tükürüğüyle hepimizi boğarmış…”
Nereden gelirse gelsin, böyle tehditler, meydan okumalar olduğu sürece, barış bu ülkeye uzak olur. Kürtlerin de, Türklerin de bunu anlaması lazım.
Kürt sorununda çözüm yollarını kapatan ifadeleri kullanmaktan uzak durmak artık bir zorunluluktur; Üslup ve niyet çok önemli, amacını aşan sözlerin kırıp döktüklerinin telafisi olmayabilir.
 
80 milletvekiliyle Meclis’e giren HDP’nin, “Türkiyelileşme” söylemine karşın, ilk icraatı, Öcalan’ın tecridinin kaldırılmasını istemek oldu. “Türkiyelileşmek” siyasetinin ne olduğunu henüz bilmiyoruz; fakat Türkiyelileşmek, Öcalan’ın tecridini ivedilikle kaldırmak ise, toplum bunu anlamakta zorlanır. Hele hele, “Güneydoğu Kürtlerin, geri kalanı hepimizin” kafası hiç olacak şey değil.
Dikkatli olmak lazım, “Her Kürt’ün gönlünde Kürdistan yatıyor” algısı Türkler arasında hızla yayılıyor.
Sonuç itibarıyla, HDP üstündeki PKK vesayeti son bulmazsa, HDP’nin Meclis’teki siyasi varlığı anlamsızlaşacak. Neyse ki Selahattin Demirtaş bunun farkında.
 
Toplumsal mutabakat çöktü. Kamusal alanda ortaya çıkan sorunlar savaşarak çözülmeyecek. Kavgadan çıkacak çözüm sadece ve sadece bölünme olur.  
Fakat ne hikmetse, bu durumu görmezden gelen Kürt ve Türk milliyetçileri, ödünsüzlüğü marifet zannediyorlar; Oysa uzlaşma bütün tarafların kendinden bir şeyler vermesiyle mümkün olacak.
Hal böyle iken, manidar bir zamanlamayla PKK kamplarına yapılan hava saldırıları bir kere daha uzlaşma koşullarını yok ediyor. Akabinde PKK’nın başlattığı misilleme ise krizi daha da derinleştiriyor.
Yeniden ortaya çıkan savaş hali, toplumsal barış ihtimalini yok etme potansiyeline sahip.
Güneydoğu illerinde yaşananlar, Erdoğan ile PKK arasında oluşan gerilim hattında gerçekleşen adı konmamış bir ittifakın sonucudur. Fakat görünen o ki, bu tehlikeli süreç muhtemelen onların da kontrolünden çıktı. Şu anda, Cizre’de olanların hiçbir açıklaması yok.
Bakın ölüm orucuna başlayacağını açıklayan Leyla Zana ne diyor; “Kimseye gücüm yetmez ama nefsime gücüm yeter. Ölümleri seyretmektense ölmeyi tercih ederim.”
HDP’ye sahip çıkmak yerine PKK’nın kucağına itmek, sadece ve sadece Erdoğan’ın çıkarlarına hizmet ediyor. HDP’ye yapılan saldırılar tam bir aymazlık ve sorumsuzluk örneğidir.
 
Etnisite ve din grupları yeni toplumsal mutabakat isterken, Cumhuriyet’in bütün değerlerini, bütün kurumlarını, bütün birikimini adeta yok sayan her türlü yaklaşımın yeni bir yıkıma yol açacağını bilmek zorundadır. Neo Osmanlı saçmalığına emperyal heveslerle sarılanlar, bitpazarına nur yağsın diye daha çok beklerler. Haziran seçimlerinde “Neo Osmanlı” projesi çöktü.
IŞİD olgusu Türkiye’de müslümanların ezberini bozup yeniden düşünmesine vesile olursa, ‘bir musibetin bin nasihatten evla olduğu,’ acı da olsa, tecrübeyle öğrenilecek.
 
Yeni bir “toplumsal sözleşme” yapmayı arzu ediyorsak, hepimizin ezberlerini bozması gerekiyor; Barış için yeni bir şey söylemek veya yeniden söylemek zorundayız ve bu yıkarak olmayacak.
Barış, ortaklaştığımız değerler ve benzerliklerimiz üstüne inşa edilecek yeni bir toplumsal mutabakattan geçiyor. Yani şimdikinden çok daha farklı bir çaba göstermeye ihtiyacımız var.
 
Devletler dünyasından kentler dünyasına doğru gidişin yarattığı yeni koşullarda toplumsal alanın yeniden örgütlenmesi üstüne düşünmek, çözüme ve barışa giden yola da ışık tutacak.
Yaşadığımız kentlerde, kendi aramızda, bir arada yaşamanın koşullarını konuşamayınca, adımıza hareket edenlerin tepeden çözüm üretmelerini beklemek zorunda kalıyoruz; katılımcılık ve çoğulculuk ilkeleri işletilmediğinden, böylesi bekleyişler insanlığın hayrına sonuçlar doğurmuyor.
Yerelleşme ve demokrasi, insanlığın yeni durumu üstüne düşünmenin olmazsa olmaz kavramlarıdır.
Yeni dünya düzeninde küreselleşmenin alternatifi olarak ortaya çıkan yerelleşme, sol siyaseti temellendiren yeni unsur olarak ele alınıyor. Kürt sorununun çözümü, yerelleşme sürecinin belli bir aşamasına karşılık gelecek. Bunu artık görmek gerekiyor.
 
İnsan haklarına dayalı devlet ve yönetim biçimi olarak demokrasi, sosyal demokratların temel tercihi olmanın yanı sıra, Kürt sorununun çözümünde de belirleyicidir.
Kürt sorunu, Kürtler “bitti” dediği zaman değil, Türkiye sosyolojisinin bütün unsurları uzlaştığı zaman biter. Herkes kullandığı dile ve üslubuna dikkat etmek zorunda.