GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
29 Ağustos 2022 Pazartesi

CHP’nin geçmişine doğru bakmak!

Tarihsel olaylara iki bakış açısı vardır. Biri retrospektif, diğeri de prospektif bakış. Daha anlaşılır biçimde retrospektif görüşü geçmişe bugünün gözlüğüyle bakmak ve dünü bugünün değer yargılarıyla yorumlamak olarak tanımlayabiliriz. Prospektif görüş ise yakın veya uzak tarihteki olayları o günün koşullarında incelemek, irdelemek ve yorum yapmaktır. Vikipedi de retrospektif kavramını şöyle tarif ediyor: “Retrospektif yaklaşım, tarihi olay ya da olguları günümüz şartlarıyla değerlendirmek şeklinde yanlış yöntemdir.”

İki örnek verelim. 20. Yüzyıla uzanan zaman diliminde devlet yönetiminin kral, padişah, imparator gibi unvanlarla belirli aile mensuplarının başa geçmesi o dönem koşullarına göre olağandır. Ama bu yöntemi antidemokratik buluyorsanız düne bugünün gözlüğüyle bakıyorsunuz demektir. Savaşlarda yenilen tarafın insanlarını esir almak ve esir pazarlarında satmak da bugünün değer yargılarına göre insan haklarına aykırıdır elbette… Ama o çağlarda böyle bir hakkın söz konusu olmadığını göz ardı ediyorsanız yanlış sonuca gideceğiniz kesindir! Orta çağda çek, senet suçu aramak gibi!

Günümüze gelelim. TBMM geçmiş darbeleri incelemek ve araştırmak amacıyla bir komisyon kurmuştu. Komisyon üyeleri bilgi, görgü ve tanıklıklarını almak için eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e gittiklerinde aldıkları yanıt hem ilginç hem de öğreticidir: “Bugünün güneşiyle dünün çamaşırını kurutamazsınız!”

İkinci Cumhuriyetçi görüşler de tamamen retrospektif bakış açısına oturmuştur. “Türkiye Cumhuriyeti asker ve sivil bürokrasi tarafından kurulmuştur” cümlesi doğrudur elbette… Ama 1923 yılında, bağımsızlığını güç belâ, batan Osmanlı’nın külleri arasından çıkarmış Türkiye’de devrim yapacak proleterya mı vardı? Veya dünya sömürgelerinden nemalanan ve kendi ülkesinde sanayi devrimini gerçekleştiren burjuvazi vardı da bizler mi bilmiyorduk!

“Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî ideolojisi vardır. Bunun adı da Kemalizmdir. Cumhuriyetin kurucusu Atatürk devlet koruması altındadır; hatta devlet dairelerinde resimleri asılıdır.” Bu tez de düne bugünün gözlüğüyle bakmanın somut örneğidir. Elbette her devletin kurucu babaları ve kurucu ideolojisi vardır. Türkiye’de yürürlükte olan anayasaların tümünde, değiştirilemeyeceği güvence altına alınan maddeler ve Anayasaya aykırılık savında bulunulamayacak “Devrim Kanunları” bunun göstergesidir.

Bu gerçeklere karşın Cumhuriyetle takıntısı olanlar yıllardır düne bugünün gözlüğüyle bakıyorlar; bakmayı sürdürüyorlar. Avrupa Birliğinden gelen politikacılar, Türkiye’de istasyon şefliği yapmış CİA görevlileri Atatürk’ün resimlerinin devlet dairelerinden indirmemizi ve Kemalist ideolojiyi terk etmemizi söylüyorlar; söylemekle kalmıyor kitap yazıyorlar! Çok şükür AKP sayesinde Atatürk devlet korumasından çıktı ve sine-i millete döndü de bu can sıkıcı söylemlerden kurtulduk. Atatürk duvarlardan inerek milletin gönlündeki yerini aldı. Gülünç kısıtlamalara hatta yasaklamalara karşın Anıtkabir her 19 Mayıs, her 23 Nisan, 29 Ekim ve 30 Ağustos’ta kullarla değil özgür Cumhuriyet yurttaşlarıyla dolup taşıyor!

CHP Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran partidir. Önümüzdeki 9 Eylül’de 99. yaş gününü kutlayacak ve yine önümüzdeki yıl 100 yaşına dalya diyecek. Bugünlere kolay gelinmedi. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri en büyük zararı CHP’ne verdi. NATO ve CİA emriyle darbe yapan generaller CHP’ni kapattılar. Ama CHP kuruluşunun 69. Yılında 12 Eylül 1992 günü, külleri arsından yeniden doğdu; doğmayı başarabildi.

Dünyanın en yaşlı on partisi arasına giren CHP’nin tarihi, yakın geçmişi elbette konuşuluyor, tartışılıyor ve bu devam edecek. Bu çok doğal. Ama tartışmalar sadece tarihçiler tarafından yapılmıyor. Düne bugünün gözlüğüyle hem de kasıtlı olarak bakanlar için CHP bulunmaz malzeme! RTE seçim meydanlarında eline verilen ekmek karnesi ve Sümerbank damgasını göstererek haykırıyor: “Bu CHP var ya bu CHP! Millete ekmeği bile karneyle yedirdiler. Çaputu bile çok gördüler!” Ama kendisi de biliyor ki, söylediği dönem İkinci Dünya Savaşı sırasındadır. 17 milyonluk nüfusun 18 ile 40 yaş arasındaki bir milyon erkek yurttaş askere alınmıştır. Alman orduları Yunanistan ve Bulgaristan’ı işgal etmiştir. Kapıkulede ve Ege adalarında gamalı haç dalgalanmaktadır. Ülkenin yüzde sekseni köylerde oturmaktadır. Bu tarımsal üretimin durması demektir. Elbette ekmek karneyle verilecektir. Ekmek karne ile verilmiş, ama Türkiye savaşa sokulmayarak çocuklar babasız bırakılmamıştır.

Bu yöntem sadece bilim dışı ve geçmişe şaşı bakan bir anlayış değildir. Günün siyasal tartışma ve polemiklerine CHP’ni ve onurlu tarihini malzeme yapmaktır. Pekiyi bugünkü enflasyona, geçim sıkıntısına hangi yüzle Rusya-Ukrayna savaşını gerekçe gösteriyorsunuz, gösterebiliyorsunuz?

***

İnsanlık alemi ve tarihini etkileyen üç devrim vardır: 1789 Fransız burjuva İhtilâli, 1917 Bolşevik İhtilâli ve 1920 Anadolu İhtilâli. “Şu güneşin doğuşunu nasıl görüyorsam, mazlum şark milletlerinin uyanışını da öyle görüyorum” diyen Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki antiemperyalist savaşın başarısı dünyaya örnek olmuştur. Mahatma Gandi şöyle diyor:

“Türk orduları bir devir kapatmıştır. Şimdi mazlum ve tutsak devletler ve uluslar artık vazgeçilmez bir reçeteye sahiptirler. Mustafa Kemal’in utkusu, dünya için özgürlük ve bağımsızlık sancağıdır.”

Genlerinde tam bağımsızlık ve özgürlük taşıyan CHP sürekli devrimlerin partisidir. Dünyaya örnek olan ilk antiemperyalist zaferle yetinmemiş, genç cumhuriyeti evrensel ölçülerle buluşturan devrimleri, yıllar sonra çok partili demokratik yaşamı ve daha sonra da emekten yana sola açılışı gerçekleştirmiştir. 1923-38 dönemine bu gözle bakmak gerekir. İlerde Köy Enstitülerinin mimarı olacak resim öğretmeni İsmail Hakkı Tonguç’un çizdiği altı ok simgesinin üçü Fransız, üçü de Bolşevik devriminden esinlenmiştir. Anadolu İhtilâli salt Anadolu’ya giren Yunan ordularına karşı kazanılan zaferden ibaret değildir. Zaferi, kaldırılan Hilâfet ve Saltanatla ilân edilen Cumhuriyet izlemiştir. Cumhuriyeti de yapılan devrimler pekiştirmiştir. Dünyayı iyi gözleyen ve yorumlayan Atatürk sömürge altındaki Müslüman devlet ve topluluklarının ayağa kalkma çaresinin bağımsızlık olduğunu görmüş ve bunun sürdürebilmenin tek ilâcının da lâiklik olduğunu saptamıştır. Nitekim günümüzde lâik olmayan Müslüman devletlerin hiçbirinde evrensel ölçülerde demokrasi yoktur. Bunun tek istisnası Atatürk’ün kurduğu lâik, demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetidir.

Anayasanın 174. Maddesiyle koruma altına alınan 8 maddelik devrim kanunlarına bu gözle bakmak gerekir. Bu sekiz madde Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran iradenin somutlaştırdığı ilkelerdir. Bunlar 1924 ile 1934 yılları arasında yasalaşmıştır.

Genç Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı iki kalkışma olmuş, Lozan’ı bir türlü içine sindiremeyen emperyalist devletlerin aklı hep Sevr’de kalmıştır. Atatürk’ün önderliğindeki CHP iktidarı salgın hastalıklardan kırılan Anadolu’da Frengi, Verem, Sıtma Mücadele örgütlerini, dışarıya aşı ihraç eden Hıfzısıhha Enstitüsünü kurarken, okuma yazma seferberliği başlatmış, halen söylediğimiz onuncu yıl marşındaki gibi on yılda on beş milyon genç yaratarak, yurdu demir ağlarla örmüştür. Hem de yap/işlet/devret modeli dışında, kimseye geçiş garantisi vermeden!

Ekonomi, sağlık ve eğitim sorunlarıyla boğuşan genç Cumhuriyet kültür ve sanatta da atılımları sürdürerek 1934 yılında Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüklerini kurmuş, ülkemizi dünyaya tanıtan sanatçılar yetiştirmiştir.

Elbette her devrim gibi, devrimciler arasında yol ayrımları olmuştur. Mustafa Kemal Paşa ile yola çıkan arkadaşları Cumhuriyetin ilânına karşı tavır almışlardır. Ne gariptir ki bunların kurduğu partinin adı Terakkiperver Cumhuriyettir!

Kapatılan tekke ve zaviyelerin yöneticileri, müritlerinin kulluktan çıkarak yurttaş olduğunu gören şeyhler, tek geçim kaynağı din ticareti olan ve İslâmiyet’te olmaması gereken ruhban sınıfı ile karşı devrimi başlatmışlar, beceremeyince yer altına inmişlerdi. Bugün onların iktidarı ile mücadele ediyoruz.

Artık çok net ortaya çıkmıştır. Lâiklik demokratik yaşamın olmazsa olmazıdır. Bir ülke lâik değilse demokratik de değildir!

CHP’nin geçmişine prospektıf bakmalıdır. Yani dünkü olaylara dünün gözlüğüyle! 1930’lu yıllar Anadolu ihtilâlinin devamıdır, tamamlayıcısıdır. Yani yıllarca sol mahallelerde tartışılan Milli Demokratik Devrim’in ta kendisidir! Demokrasi de sosyalizm de ancak bu temeller üzerinde yaşam şansı bulur, bulabilir!

Özetle bugünkü AKP ve tek adam rejimiyle otuzlu yılların CHP’sini karşılaştırmak, benzetmek yanlıştır ve bilim dışıdır. Dünün olaylarına bugünün gözlüğüyle bakmaktır.

Cumhuriyet Halk Partisi yıllardır hiçbir beklentisi olmadan ona oy veren, kaybedince yöneticilerinden çok üzülen, kazanınca yöneticilerinden çok sevinen seçmenleri, sevenleri, örgüt emekçileri ve militanlarıyla yaşıyor; yaşamaya devam edecektir.

Selam Ezine’den Berber Orhan’a, Ahlat’tan Sinan Şarkbülbülü’ne, Çaycuma’dan Mehmet Mocan’a, Adana’dan Mehmet Onbaşı’ya, Mersin’den Sabahattin Arıkan’a, Kiraz’dan İsmet Korkmaz’a, Trabzon’dan Sezer Bahadır’a… Adana’dan Süleyman Özgentürk’e… Selam Uzunköprü Kiremitçi Salih Köyüne kendi cebinden altı ok anıtı yaptıran Salih Yavaş’a…

Selam 100 yaşını geçen Kuvayı Milliye gazetesi Yeni Adana’nın sahibi Çetin Remzi Yüreğir’e… Selam CHP Milletvekili Cemal Aliş’in kurduğu 98 yaşındaki Bartın Gazetesinin sahibi Esen Aliş’e…

Selam Kıbrıs Barış Harekâtını gerçekleştiren Bakanlar Kurulunun hayatta kalan üyeleri Deniz BaykalÖnder Sav ve Erol Çevikçe’ye…

Saygı ve sevgiler eski Genel Sekreterlerimiz Kâmil KırıkoğluOrhan Eyüboğlu ve Mustafa Üstündağ’a…

Selam 1 Mart tezkeresini TBMM’de geri çevirten 22. Dönem CHP Grubuna, selam Suriye sınırımıza İsrail şirketini yerleştirecek mayın yasasını iptal ettiren 23. Dönem CHP Grubuna

Selam Cumhuriyeti kuran Cumhuriyet Halk Partisine ve onun Atatürk ilkelerine inanmış üyelerine, seçmenlerine… Nice yüzyıllara