GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
8 Temmuz 2022 Cuma

Bayram şekeri…

Yarın bayram. Biliyorsunuz bizim iki dinî bayramımız var. Birincisi Ramazan Bayramı. Bunun ikinci ismi halk dilinde şeker bayramıdır. Yaşamakta olduğumuz ise Kurban Bayramı. Hali vakti yerinde olan ve gerekli koşulları taşıyan Müslümanlar kurban keserek vecibelerini yerine getirirler. Sosyal anlamda her iki bayramın da amacı toplumda dayanışmayı, sevgi ve dostluğu pekiştirmektir. Bu nedenle şeker ikramı bayramların ayrılmaz parçası, vazgeçilmez seremonisidir. Zengin fakir herkesin evinde çeşitli şekerler bulunur, konuklara ikram edilir. Baklava, kadayıf gibi ikramların ana unsuru da yine şekerdir. Dargınlık yerine barış, kavga yerine dostluk için, “Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım” deyimi üretilmiştir.

Şekerin ana vatanı olarak Doğu ve Güneydoğu Asya kabul edilmektedir. Pasifik Okyanusu’ndaki Polinezyalıların beş bin yılı aşkın bir süredir şeker kamışından şeker ürettikleri biniyor. Büyük İskender “kutsal kamış” adını verdiği şeker kamışını Akdeniz ülkelerine ve Makedonya’ya götürmüştür. Hintliler M.S. 350 yılında şekeri kristalize etmeyi keşfetmişlerdir. M.S. yedinci yüzyılda İran’ı işgal eden Araplar şekerle tanışmış, işlemeyi öğrenerek bu sihirli maddeyi Suriye, Mısır, Kuzey Afrika ve Güney İspanya’ya yaymışlardır. 1493 yılında Kristof Kolomb şeker kamışını Karayip Adaları’na götürmüş; bitki burada bol güneş ışığı, yoğun yağmur ve bereketli toprakla karşılaşınca olağanüstü verim sağlamıştı.

Alman kimyacı Marggraf 1747 yılında pancarı analiz ederken, bu ürünün kristalleşen son derece tatlı madde içerdiğini keşfetti. Dünyanın ilk pancar şeker fabrikası 1802’de Silezya’da kuruldu. 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra şeker fabrikaları tüm Avrupa’ya yayılmıştı.

Şeker Osmanlı sarayının itibarlı gıdasıydı. 16. Yüzyıldan sonra giderek artan biçimde yönetici kesimin sofrasında yer almıştı. Şekerde ilk dönemlerde dışa bağımlı olan imparatorluk, Mısır ve Orta Doğu fetihlerinden sonra rahatlamıştı. Az bulunduğu zaman bir zenginlik göstergesi olan şeker, özellikle kahvenin yaygınlaşması ile halk kültürüne girmiş ve ucuzlamıştı. Şekercilerin Osmanlı esnaf örgütleri içinde önemli yeri vardı. İmalathanelerde üretilen şekerde çeşitli girişimlere karşın fabrikasyon üretime geçilememişti.

***

Cumhuriyet’in ilk şeker fabrikası 26 Kasım 1926 günü Alpullu’da üretime başlamıştı. Uşak’ta Nuri Şeker adlı çiftçinin girişimiyle, 600 bin TL sermaye ile kurulan fabrika 17 Aralık 1926’da işletmeye açılmıştı. Atatürk şeker üretimine büyük önem veriyordu. 5 Aralık 1933’te Eskişehir, 19 Ekim 1934’te Turhal şeker fabrikaları ülke ekonomisinde yer almışlardı.

Başlayan İkinci Dünya Savaşı ülkemizdeki tüm dengeleri değiştirmişti. Tek parti iktidarının başındaki İsmet İnönü tüm maharetini kullanarak Türkiye’yi savaş dışında tutmaya çalışıyordu. Önce beş yüz bin daha sonra bir milyona ulaşan 18 ile 40 yaşındaki erkek nüfus askere alınmıştı. İtalyanlar on iki adaya egemendi, Almanlar Yunanistan’ı ve Ege adalarını ve Bulgaristan’ı işgal etmişlerdi. Yeni komşularımız onlardı! Yüzde sekseni kırsal kesimde yaşayan 18 milyonluk tarım ülkesinde işe yarayan erkeklerin askere alınması üretimin durması demekti. Oysa öncelikle silah altındaki orduyu beslemek gerekti. Hükümet önlemler alıyordu. Ekmek, un, yağ gibi gıda maddelerinin şehir dışına çıkarılması yasaktı. Şeker piyasadan kaybolmuştu. Halk çayı şeker yerine kuru üzümle içiyordu. Ekmek, pamuklu ve yünlü kumaş karneye bağlanmıştı. Kilosu 30 kuruş olan şeker 4 Mart 1940 günü yapılan zamla 40 kuruşa yükselmişti. Zamlar birbirini izliyordu. 1942’nin ilk aylarında 140 kuruşu bulan şeker, 515 kuruşa fırlayınca kıyamet kopmuştu. Bu halkın şeker yemesini yasaklamaktan başka anlam ifade etmiyordu!

Konuyu meclise getiren Manisa Milletvekili Kâzım Nami Duru, zammı önceden birçok milletvekilinin bildiğini ve şeker stoku yaptığını söyledi. Ticaret Bakanı Mümtaz Ökmen Duru’ya nankör derken, Başbakan Refik Saydam onu bozgunculukla suçluyordu! Parantez içinde, tek parti dönemindeki bu olayın bugün iktidar partisinde gerçekleşme şansının olup olmadığını sorgulamak anlamlı olur diye düşünüyorum.

***

14 Mayıs 1950 günü yapılan seçimler ilk okul üçüncü sınıfta olmama karşın belleğimde derin izler bırakmıştı. Karadeniz Ereğlisi Kayabaşı okulundaki sandıklara giden madenci ve esnaf aileleri sakin ama kararlıydılar. Aralarında fısıldaşıyorlardı. “Demokrat Parti kazanırsa memlekete hürriyet gelecek, şeker ucuzlayacak!” Savaş sırasında da olsa halk şekerin beş liraya çıkmasını hiç unutmuyor ve affetmiyordu! Demokrat Parti de propaganda stratejisini buna göre kurmuştu. Baskıdan kurtulmanın simgesi hürriyet, ekonomik sıkıntı ve zamların simgesi de şekerdi. O gece sandıklardan çıkan sonuçla 27 yıllık iktidar partisi gümbür gümbür yıkıldı.

ABD’nin başlattığı liberal ekonomik politika Demokrat Parti ve Menderes’in ana düsturuydu. Buna karşın devlet hızla şeker fabrikaları yapıyordu. 1953’te Adapazarı, 1955’te Susurluk, Burdur, Kayseri, 1956’da Erzurum, Erzincan ve Malatya şeker fabrikaları üretime geçti. İkinci Dünya Savaşı’nda yapılan şeker zammı artık Demokrat Parti’nin ana propaganda malzemesiydi!

***

Aradan yıllar geçti. 1973 seçimlerinde CHP Zonguldak Milletvekili seçilmiştim. Kısa süre sonra Parti Meclisi ve Merkez Yönetim Kurulu üyesi oldum. CHP-MSP ortak hükümeti kurulmuştu. Ecevit Başbakan, Erbakan da yardımcısıydı. Artık iktidar partisiydik. Çok sözü edilen derin devletin hayaleti bu ortaklıktan hoşnut değildi. ABD’nin 12 Mart cuntasına koydurduğu haşhaş üretim yasağını kaldırmıştık. Genel af çıkararak siyasal hükümlülerini özgürlüğe kavuşturmuştuk. İktidara engellemeler başlamıştı. Hükümet gübreye zam yapmak zorunda kalmıştı. Piyasada ay çiçek ve margarin yağları yoktu. Bir de şekerin fiyatı beş liraya yükselince, ilk kez muhalefete düşen Demirel’in söylemi sanki sihirli bir slogandı: “Şekerin beş liraya çıkması CHP’nin iktidara gelmesi demektir!”

Bizi bu cenderen Yunan cuntası kurtardı. Kıbrıs’ta Makarios’a karşı EOK lideri Samson’a darbe yaptırınca 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleşti. Artık şehirlerarası otobüslerde Ecevit’in miğferli resimleri vardı. Şeker zammı gündemden düşmüştü.

***

Demokrasimiz az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti ve 3 Kasım 2002 seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidara geldi. Bu seçimlerde tekrar İzmir Milletvekili olarak meclise girmiştim. Bir yıl sonra CHP Grup Başkanvekili seçildim. 2011 yılına kadar vekillik görevim devam etti. Muhalefet olarak tüm çabalarımız küreselleşmenin aktörü olarak Büyük Ortadoğu Politikası (BOP) eş başkanı olduğunu söyleyen Erdoğan hükümetlerinin özelleşme politikalarına karşı çıkmak oldu. Oysa Maliye Bakanı Kemal Unutakıtan’ın hiç insafı yoktu! “Babalar gibi satarım” diyerek Cumhuriyet hükümetlerinin kurduğu tüm tesisleri, fabrikaları yok pahasına elden çıkarıyordu. Ne TEKEL kalmıştı ne SEKA… Rafineriler, demir çelik fabrikaları, tersaneler, limanlar aklınıza ne gelirse haraç mezat elden çıkarılıyordu. Satın alanlar da kısa süre bunların yerine AVM’ler yapıyorlardı. Üretim ve istihdam hak getire!

En son her nasılsa elde kalan şeker fabrikalarına geldi sıra. Yine muhalefet ve sivil toplum örgütleri, köylüler itiraz ettiler. “Özel sektörün amacı bunları çalıştırmak değil” dediler. Şu kadar işçi işsiz kalacak, hayvan yemi olarak kullanılan küspe ortadan kalkacak, şeker ithal etmek zorunda kalacağız! İktidarın kulakları bu seslere tıkalıydı!

İki gün önce 25 lira 90 kuruş vererek aldığım bir kilo şekerin fişine bakarken belleğim gerilere gitti! Şekere yüzde 185 zam yapılmıştı ve artık şeker ithal etmek zorunda kalacaktık. Yirminci yaşına giren AKP iktidarı, İnönü, Menderes, Ecevit, Demirel ve Özal hükümetlerini sollamış dolu dizgin yeni zamlara doğru koşuyordu.

***

Hani bazı AKP yöneticileri topluma akıl veriyordu ya! Yazın bahçenize karpuz ekin, kışın sera domatesi yemeyin, çünkü zararlıdır; alacaksanız tane ile alın, iki kilo et yerine yarım kilo yeter gibi…

Bize verecekleri öğüdü bugünden tahmin edebiliyorum. Ne diyor ünlü Prof. Dr. Canan Karatay “Şeker en tatlı zehirdir, öldürür!”

TBMM yerleşkesinden çıkarılan Muhafız Taburu nizamiyesinde çok sevdiğim bir cümle yazılıydı: “Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz.”

Şeker üzerine geçmişten günümüze bir gezinti yaparken tüm okurlarımım bayramını kutluyorum. Elbette enseyi karartmak yok! Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin Padişah İkinci Mahmut’a verdiği yüzüğün üstündeki yazı biraz olsun bizi rahatlatıyor: “Bu da geçer ya hu!”