GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
7 Eylül 2011 Çarşamba

Ateistler için din gerekli mi?

Felsefeyi güler yüzlü ve anlaşılır hale dönüştürerek yazdığı kitapların neredeyse tamamı best-seller olmuş ve 20 dile çevrilmiş Alain De Botton, yine çok okunacak/çok tartışılacak bir kitapla Türkiye semalarına da girdi nihayet.
Popüler kültürün ya da başka bir deyişle ‘günlük yaşamın filozofu’ olarak nitelendirilen, edebiyatla felsefeyi aynı potada eritmeyi başararak dünyanın her yerinden büyük bir okur/hayran kitlesi yaratmayı başarmış bu genç (42 yaşında) adamın son kitabının özellikle, bizim topraklarda bu aralar peynir/ekmek misali satılacağını ve yazdıklarının çok tartışılacağını düşünüyorum.
Türkçeye çevrilip Sel yayıncılık tarafından okura sunulan kitabın adı bile baştan çıkarıcı baksanıza: Ateistler için Din.
Bunca yıl gazetecilik yapmış ve hangi başlıkların okura ‘gel gel’ yaptığını biraz bilen biri olarak söylüyorum ki, ‘Ateisler için Din’, Hem dindarları, hem dinsizleri kendine çekmeyi garanti eden şahane bir başlık.
Kışkırtıcı, merak uyandırıcı, öfkelendirici, gülümsetici…
Kitabı alıp okumamış biri olarak, kitabın içeriği hakkında henüz laf edemesem de tanıtım yazılarından birinde okuduğum ‘Ateislerin çoğu dini inancın içerdiği her şeye o kadar kesin karşı çıktılar ki, dini inancın hala geçerli olan, esin verici amacını -hayatımızı nasıl yaşayacağımız konusunda bize iyi planlanmış öğütler vermek- takdir etmeyi unuttular” cümlesi…
“Görüp göreceğimiz tek dünyanın bu olduğuna dair temel ateist öğretisine uygun bir hayat sürsek de cennete inanınların derin bakış açılarını benimsemek için çaba göstermeliyiz” lafı…
“Neden seküler kültürün bir St. Paul’u, bir Tac Mahal’i, bir Ayasofya’sı veya Sultanahmet’i yok” sorusu…
“Sekülerlere kıyasla inananların daha hoşgörülü olduğu ve sekülerlere daha sempatiyle baktıkları” iddiası…
Sahiden, eteklerdeki taşların bir kez daha dökülmesine yol açacak kıvamda/kalitede.
 
Benim gibi dindar bir ailede yetişip, muhafazakar bir çevrede büyümüş, gençlik yıllarını ‘Din kitlelerin afyonudur’ tartışmaları arasında geçirip ‘diyalektik’ yutmuş, ‘materyalizm’ üzerine kafa yormuş biri olarak… Zaman zaman kafa karışıklıkları yaşasam da…
Kimi insanda dinin ‘iç temizliği’ kısmen yapabildiğini,
Bazı bünyeleri daha vahşileştirirken, kimi vahşileri ehlileştirebildiğini,
Dini reddetmişlerin de çeşitli davranış biçimleri geliştirdiklerini; kimilerin en dindardan daha pamuk olduklarını, hayatlarının tüm merkezine ‘insanı mutlu etmeyi/adalet sağlamayı’ oturttuklarını, kimi ateislerin ise sırf ‘dindar’ oldukları için ‘insanı reddettikleri’ni gördüm.
Geldiğim noktada…
Eğer kalpte ‘vicdan’ yoksa, hiçbir dinin, o kişiyi ‘insan’ kılamadığını,
Ne tutulan orucun, ne kılınan namazın, ne gidilen hacın, bünyeyi saflaştırıp temizleyemediğini,
Ama ‘vicdan’la birleşen bir dindarlıktan ortaya hakikaten ‘örnek bir insan’ çıktığını, sayısız insan örnekleriyle hatmetmiş biri olarak…
Hala şu sorunun peşindeyim:
Vicdan nasıl oluşuyor? Bir insanın vicdanlı olup olmamasını ne belirliyor; genler mi, çevre mi?
Ve vicdan, tek başına ne ‘din’le, ne ‘materyalizm’le sağlanamadığına göre, nasıl oldurulabilir? Oldurulabilir mi?
 
Sorularımın cevabını bir de Alain De Botton’un ‘Ateistler için Din’inde arayacağım. Bakalım ne bulacağım… Yeni cevaplar mı, yeni sorular mı?