GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
8 Nisan 2010 Perşembe

’“Son yarışma’” üzerine’…

Gazetecilikte henüz ikinci yılı devirmiştim.
Üzerimde çok emeği olan meslek büyüğüm sevgili Şevket Özçelik’’in önerisiyle 12 Eylül gençliği üzerine hazırladığım ’“Gençler Boşlukta’” araştırması ve bir de seri röportajla; iki dalda katılmıştım İGC Hasan Tahsin Gazetecilik Yarışması’’na.’¶
Sonucu, ilan edileceği gün nasıl bir yürek çarpıntısıyla beklediğimi; gazeteye ulaşan kazananlar listesinde adımı görünce Erhan Abi’’yle (Ünver) nasıl sarmaş dolaş olduğumuzu öyle iyi hatırlıyorum ki’…
Çok daha tecrübeli meslektaşların arasından sıyrılıp ’‘araştırma/inceleme dalı’’nda birincilik, ’‘seri röportaj dalı’’nda ikincilik ödülünü kucaklamam, tarifsiz bir zafer mutluluğu olmuştu benim için.
Gazeteciliğim, o günden itibaren ’‘resmen’’ onaylanmıştı sanki ve ben sokaklarda, ’“ödüllü bir gazeteci’” olarak, daha cakalı yürüyecektim artık!
Yürüdüm de’…
 
Uzunca bir aradan sonra (8 yıl önce) yine iki dalda katıldığım ve iki ödül aldığım Hasan Tahsin Gazetecilik Yarışması’’nın, benim için son yarışma olduğunu düşünmüştüm o günlerde.
Önce İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Atilla Sertel’’in ’“mutlaka katılmalısın, o röportajlar çok iyiydi’” sözleri; ardından sevgili Ümit Yaldız’’ın ’“internet medyasının da var olduğunu gösterme zamanı’” tespitleri. İçimdeki ’‘onay alma’’ mekanizmasını da harekete geçirmiş olmalı ki’…
Yılmaz Özdil, Güngör Mengi, Erdal Şafak, Ergun Babahan, Dinç Bilgin, Celal Başlangıç ve Ece Temelkuran’’la İzmir üzerine yaptığım söyleşilerin yer aldığı dosyayı, yarışma başvurusunun son gününde İzmir Gazeteciler Cemiyeti’’ne teslim etmiştim.
Sonuçlar dün açıklandı bildiğiniz gibi.
Son diyerek yaptığım başvuru, ödülle döndü bana.
 
Öğrendiğim andan itibaren yüzüme yerleşen gülümsemeyle dolaşırken,
Son kez başvurduğum bir yarışmayı ödülle noktalamanın tadını çıkarırken,
28 yıl önce ’‘ödüllü bir gazeteci’’ olarak cakalı dolaştığım İzmir sokaklarında; bugün, ’‘veda senfonisinin bestecisi’’ gibi gezinirken’… İlk ödülün duyguları ile bugünkü ödülün duyguları arasındaki farkı tartıyorum kafamda biteviye.
Aynı tekrara düşmediğimi, yeni bir hayata başlamak için içimden hep yeni bir ’‘ben’’ yaratmaya çalıştığımı; mesleğimin içinden, tekrar tekrar aynı mesleki formatları çıkarmadığımı, ’‘asıl ödül’’ün kendim için bu olduğunu fark ediyorum.
Dünün ’“zafer sarhoşu’” değil de...
Bundan öncekilere noktayı koymuş, elindeki defterin sağ sayfasında, henüz kırışmamış temiz bölümde yazarken; geride bıraktığı her yaprağın/kıvrılmış, solmuş sayfaların/karalanmış satırların da bana ait olduğunu bilen biri olarak görmek kendimi..
Ne ’‘zaferler’’den, ne de sadece ’‘yenilgiler’’den oluşan bir defterin sahibi olduğunu..
Hepsinin bir bütün, hepsinin bana ait, bu ödülün de artık o bütünde ’‘bir teferruat’’ olduğunu bilmek, iyi hissettiriyor bana kendimi.
’“İnsanın demlenmesi bu demek ki’” diyorum kendime.
Sarhoşluk, çay yaprakları gibi dibe çöküyor demek ki.. İyi ki.
Çıplak geldiğimiz dünyada, bütün bir ömrün, nafile bir örtünme çabasıyla geçtiğini düşünsenize! ’‘Hazin bir son’’ dedikleri de bu olmaz mıydı?