GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
26 Ocak 2015 Pazartesi

Yas, Çipras ve Werz!

Milletçe ve de devletçe 92 yaşındaki Suudi Kral’ın ölümünün şokunu atlatmaya çalışıyoruz. 56 yurttaşımızı aramızdan alan Hatay Reyhanlı saldırısından sonra (hiçbir şey olmamış gibi) ‘önceden planlanmış’ Amerika turuna çıkıp, Başkan Obama ile yağmur altında şemsiye pozu veren Reis-i Cumhurumuz, Suudi Kralı’nın ölümünü haber alır almaz Afrika turunu yarıda kesip cenazesinde saf tuttu. Türkiye’de de bayraklar yarıya indirildi. Bırakın çalgılı, çengili eğlenceyi tiyatroların bile perdesi indirildi. Şahsen benim de üzüntüden birkaç gündür elim klavyeye gitmedi! O denli yani… Şahsi serveti 18 milyar doları bulan, ‘astığı astık, kestiği kestik’ bir kralın bile gün gelip ölebileceği gerçeğiyle bir kez daha yüzleştik haşmetmeaplarının sayelerinde...
Malum insan hafızası… Nisyan ile malul…
Mal da yalan mülk de yalan…
‘Var biraz da sen oyalan…’
diyen Yunus’u hatırladık.
İşin latifesi bir yana, TÜRGEV’e 100 milyon dolar bağış yapan Suudi Kralı’nın ardından ilan edilen yası Bilal kadar içselleştirmemiz mümkün değildi belki. Lakin yaşlı kralın Yunus’u hatırlatması bile kâfiydi benim için. Ayrıca ne derler bilirsiniz.
Kral öldü. Yaşasın yeni kral!
Bir yanda ölümüyle milyonları yasa boğan Arabistan’ın 92 yaşındaki kralı…
Öbür yanda Yunan halkının sandıktan çıkardığı 41 yaşındaki başbakan Çipras…
Türkiye için peş peşe gelen iki kritik/önemli haber…
Diyeceksiniz ki, ne var bunda?
Biri eceliyle gitti öteki milli iradenin tezahürü…
Bizi neden ırgalasın? Irgalamaz olur mu efendim.
Pek çok açıdan ırgalar hem de! Malum biriyle sınırsal ötekiyle tarihsel/dini ilişkimiz mevcut.
Suudi’lerin yeni kralının Türkiye’ye nasıl baktığı, Körfez sermayesinin gerektiğinde hükümetin imdadına yetişip yetişmeyeceği…
O nedenle ben Erdoğan’ın apar topar cenazeye koşup, ülkesinde yas ilan etmesini sadece TÜRGEV’e yapılan bağışla ilişkilendirmiyorum. Duygusal bir süreç yaşadığını bilsem de ‘Tamamen duygusal’ bulmuyorum. 
Yunanistan’a gelince…
Bırakın merkez sağcıların iflasını…
Bırakın sosyalist/komünist ideolojinin iktidarını…

Dolarla ithalat yapıp, euro ile tahsilat yapan Türk sanayicisi, ihracatçısı için bile Syriza’nın iktidarı kritik öneme sahip. En azından kısa vadede… Euro’da yaşanacak dalgalanmalar ihracatçıyı derinden etkiliyor. Kaldı ki solun Yunan halkı için umut olması da ayrıca değerlendirilmesi gereken bir olgudur.

Meseleyi uluslararası ilişkilere indirgedik madem… Devam edelim.
Hürriyet Gazetesi’nde Cansu Çamlıbel imzalı bir röportaja takıldım bugün... Son yıllarda okuduğum en doyurucu söyleşilerden biriydi. Amerikan düşünce kuruluşu Certer For Amerikan Progress’in temsilcilerinden Micheal Werz’di Çamlıbel’in röportaj konuğu. 
Obama henüz başkan adayı iken Obama taraftarları Demokratlar tarafından kurulan ve kısa adı CAP olan think-tank kuruluşunun temsilcisi Wertz, Türkiye-Amerika ilişkisinin son durumunu çok net bir şekilde ortaya koymuş.
Werz gibi Amerikan hükümetine bölgeyle ilgili raporlar sunan başka bir değişle ABD’nin dış politikasına rota çizen bir uzmanın bu denli net konuşmasına da şaşırdım ama asıl şaşkınlığı ilişkilerin boyutunu gördükten sonra yaşadım. Hatta bir parça ürktüm desem yeri…
İki ülkenin ilişkisini ‘eskimiş bir evliliğe’ benzeten Wertz, Türk hükümetine yönelik çok ağır ithamlarla bulunuyor.
Neler söylemiyor ki;
IŞİD’le mücadele ediyormuş gibi yapmak… 
Hatta El Nusra üzerinden IŞİD’e destek vermek…
İki ülke arasındaki mahrem görüşmeleri açık etmek…
Bu görüşmelerin tutanaklarını çarpıtmak…
Ve sürekli olarak Anti Amerikan ve Anti Batı söylemlerinde bulunmak...

Yeni Türkiye’nin son süreçte İran ve Rusya gibi yeni aktörlerle dans ettiği süreçte Eski Türkiye’nin stratejik ortağı ABD’nin tutumu bu kadarla sınırlı değil.

Çok kritik bir tespitte bulunuyor Werz…
Diyor ki; Obama’dan sonra başkan kim olursa olsun. ABD yönetimi Türkiye’ye karşı daha sert olacak. Zira Türkiye’de güveni zedeleyen 3 önemli olay yaşandı.
Birinci deneyim Gezi Parkı protestolarıydı. İstanbul’un göbeğindeki son derece meşru, demokratik ve kontrol edilebilir bir protesto, hükümetin olan biteni okuyamamasından ve polisi ölümlere neden olacak daha fazla öfkeyi provoke edecek şekilde kullanması nedeniyle kontrolden çıktı. Gezi’ye gösterilen tepki, insanların 10 yıldan fazla süredir seçimle iş başına gelen ve Türk toplumunun önemli bölümlerinin desteğine sahip olan bir hükümetin bir sosyal gerçekliği neden bu kadar yanlış yorumladığını sorgulamasına neden oldu.
İkinci olay ise Musul oldu. Şehrin düşeceğine ilişkin bariz emareler vardı, hatta Musul Valisi açıkça uyarılar da yapıyordu. O zaman Dışişleri Bakanı olan Davutoğlu, Musul Başkonsolosu Yılmaz’ın kaçırılmasından sadece bir gün önce Türk diplomatların güvende olduğunda ısrar etti. Durumun Türk yetkililer tarafından bu kadar yanlış okunması endişe verici. Bütün bunlar Türkiye’nin Kuzey Irak’ta olup bitenlerle ilgili kaliteli istihbarat toplama kapasitesine dair soru işaretlerine neden oldu.
Üçüncü siyasi referans noktası ise Kobani’dir. IŞİD önemli bir hedef haline getirdiği için stratejik bir önem kazanan bir Kürt şehrinden bahsediyoruz. Dahası Kobani, sadece Suriye ve Irak’taki değil Türkiye’deki Kürtler için de siyaseten kritik bir anlamı var. Türkiye’nin kendi içindeki barış süreci belki de ilk kez öncelikli olarak dış dinamikler tarafından yönlendirilirken Türk hükümeti sadece seyirci kaldı ve Kobani’yi kurban etmeye hazır bir görüntü verdi.

Daha ne desin…
Fethullah Gülen’i iade sorusuna, ‘İade edileceğini sanmıyorum’ diye yanıt veren Werz, sonuç itibariyle, ABD ve Batı ile ilişkiler açısından Türkiye’nin nerede olduğunun fotoğrafını çok net bir şekilde çiziyor. Ve bu fotoğraf, uluslararası destek, ekonomik ve de siyasi istikrar açısından hiç de umut vaat eden bir manzara vaat etmiyor.