GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
26 Ekim 2011 Çarşamba

Papağana dönüştük vesselam!

Ege Tv’de dün akşam ‘Söz Meclisten İçeri’yi ‘deprem’le açtık ama içimden ağzımı açmak gelmedi bu konuda. Usulen birkaç kelime ettiğimi, daha doğrusu mırıldandığımı hatırlıyorum. Bugün yaşananların, aslında dün yaşananların nedenleri neyse, aynı nedenlerden dolayı tekrarlandığını bilmek beni delirtiyor çünkü.
Bunca acının hiçbir şekilde ders olmadığını görmekse, ikrah!
Ve bunları yeniden/bir daha/durmadan dile getirirken bulduğumda… Konuştuğunu zannettiğimiz aslında tek maharetleri konuşulanları ezberleyip bunları olur olmaz yerde/zamanda tekrarlamak olan papağanlara benzetiyorum kendimi, medya papağanlarına.
Tarih sadece ‘aptallar için’ tekerrürden ibarettir sözü, fena halde kanıma dokunuyor bu yüzden.
 
Dün konuşmaya dilim, bugün de yazmaya varmadı elim.
Saatlerce ekran karşısında, neredeyse tüm gazetelerdeki haberleri, köşe yazılarını taradım.
12 yıl önce binlerce insanımızın ölümüne yol açan, evsiz barksız/işsiz bırakan Gölcük depreminden sonra madde madde neler yapıldığını, hangi tedbirlerin alındığını, hangilerinin alınmakta olduğunu öğrenmeye çalıştım bir kez daha.
Bu nafile çabanın sonunda, tek olumlu gelişmenin, ‘Türkiye’nin ulusal deprem strateji ve eylem planı’nı bir yıl önce belirlemiş olduğunu görmek oldu.
12 yılda alınan yolun, hepsi hepsi bu.
12 yıl sonra gelinen sonuç ise sayısı her enkaz kaldırıldığında artan ölü sayısı, 1500’e yakın yaralı, bu soğukta/kara kışın ortasında çadırlarda (ki onu bulmak da bir şans!) yaşamaya çalışan binlerce insan.
Gölcük’te ‘deniz kumu’ndan yapılmış binaların enkazından sonra Van’da da ‘çakıl taşları’nın karışımıyla inşa edilmiş apartmanların enkazları var bir de elbet.
Kalanı da, Ahmet Altan’ın bugünkü yazısında:
 
Bu, “acımız büyük, çok üzüldük, yaraları saracağız” laflarıyla geçiştirilemeyecek bir felaket.
Bu ülkedeki neredeyse bütün depremlerde olduğu gibi biz bu depremde de “tabiatın” değil “vicdansız ve insafsız” insanların sillesini yedik.
Van’da deprem olması kimse için bir sürpriz değil.
Oranın deprem bölgesi olduğu zaten biliniyor.
Peki, depreme karşı ne tedbir alınmış?
Tek kelimeyle cevap vereyim.
Hiç.
Manşetin hemen altında Anadolu Ajansı’nın geçtiği bir okul resmi göreceksiniz.
Okul, depremde toza dönüşmüş, okulun çatısı yere yapışmış.
O binanın depremi beklemeden çok önce zaten “yetkililer” tarafından yıkılmış olması gerekirdi.
Böyle bir binanın ayakta durmasına kim izin veriyor?
Orası okul binası değil, ölüm tuzağı.
Ya deprem okulun tatil olduğu pazar günü değil de pazartesi günü olsaydı.
Ne olacaktı?
Cenazelerin ve ağlayan insanların sayısı biraz daha artacaktı.
Deprem bölgesinde böyle binaların bulunmasına izin veren, bunları denetlemeyen görevlilere hesap sorulmayacak mı?
Hükümet, dokuz yıldır yönettiği ülkede hâlâ niye böyle binalar bulunduğunun hesabını verecek mi?
Binalarını hâlâ bir “standarda” kavuşturamamış bir ülke olur mu?
AKP, dokuz yılda büyük bir başarı göstererek adam başına milli geliri iki bin dolar civarından on bin dolar civarına çıkarmayı başardı ama gelirimizi arttırmakta gösterdiği başarıyı anlaşılan o geliri kullanmakta gösteremiyor.
Ya da yoksul insanların yaşamasına ya da ölmesine hiç aldırmıyor.
İşçi meselesinde de biz aynı duyarsızlıkla karşılaşmıştık; her ay ortalama kırk işçinin öldüğü bir ülkede hükümet çalışma koşullarını ciddiyetle ele alıp düzeltmek için parmağını kımıldatmıyordu.
Nedir bu insana karşı gösterilen duyarsızlık?
Gazze’deki, Somali’deki insanların acılarına gösterilen hassasiyete bir diyeceğimiz yok ama aynı hassasiyeti kendi ülkemizin insanları için beklemek de hakkımız sanırım.
Ya depremden sonra zamanında ulaşamayan yardım?
Yetersiz çadır?
O ayazda sokaklarda geceleyen insanlar?
Van ve civarı depremlerle sarsılan bir bölge, peki, neden o bölgede daha önceden böyle bir felakete göre nelere ihtiyaç duyulacağı araştırılıp hazırlık yapılmıyor?
Niye bizzat AKP yöneticilerinin de ifade ettiği gibi Kızılay yetersiz kalıyor, çadır sayısı doğru dürüst hesaplanmıyor?
“Van’a çadır göndermek” yerine Van’da zaten o bölgedeki muhtemel depremlere karşı “bölgesel” bir hazırlık olması, böyle bir felaket ânında hemen “yerel” depolardan, örgütlerden çadırların ve kumanyaların sağlanması gerekmez mi?
Neden bunlar yapılmıyor?
On iki yıl önce yaşanan Gölcük depreminden sonra bu toplumda ve bu hükümette bir “deprem bilinci” bulunması, böyle bir faciaya karşı gerekli önlemlerin alınmış olması gerekmiyor muydu?
Yıkılan okullar, çöken yedi katlı binalar, çadırsız, kumanyasız kalan insanlar.
Ne bir denetim, ne bir hazırlık var.
Van’da ölen insanları “tabiat” öldürmedi.
Onları hemcinslerinin duyarsızlığı ve aldırmazlığı öldürdü.
Bizim yeni doğmuş bebekleri enkazdan “mucizelerle” kurtarmamız gerekmiyordu, “mucizeye” ihtiyaç duymayan bir sistem kurmamız gerekiyordu.
Hükümet, bu konuda fevkalade aldırmaz ve duyarsız davranmış.
Onun aldırmazlığı, karşımızda tabutlar halinde duruyor.
Birisinin artık bu hükümete, bu “ülkede” insanların yaşadığını ve onların da diğer ülkelerdeki insanlar kadar kıymetli olduğunu söylemesi gerekiyor anlaşılan.
Kendi kendilerine bunu fark edebilecek gibi gözükmüyorlar ne yazık ki.”
*
Altan’a katılırsınız/katılmazsanız, ya da eksik bile yazdığını düşünürsünüz.
Ama hepinizin şu cümleye, “bizim mucizeye ihtiyaç duymayan bir sistem kurmamız gerekiyordu”ya, itirazınızın olacağını düşünmüyorum.
Her gün televizyon ekranlarında ya da gazetelerde gördüğünüz/okuduğunuz mucizeler için sevinirken, içiniz az da olsa soğurken, bu cümleyi aklınızdan çıkarmayın lütfen.
Beraberinde, “Öyle bir sistemi kurmak için payıma düşen sorumluluk ne, ben ne yapabilirim’ sorusunu da elbet…
Hükümetin ise…
Günah keçisi ilan edilen Kızılay Genel Başkanı Ömer Taşçı’nın, ekranlarda Hüseyin Çelik’in gözüne baka baka söylediği "Çadırla afet yönetimi yapamazsınız. Bu insanları deprem değil, binalar öldürdü. Oradan başlamalı..." cümlesini unutmamasını dileyelim/umalım canı gönülden…