GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
5 Aralık 2011 Pazartesi

Kıyamete beş kala...

“Türkiye nereye gidiyor?”
Bu soru ile yazıma başlamayı çok isterdim; gelin görün ki, bu sorunun sorulacağı günler artık gerilerde kaldı.
Bundan böyle sorulacak sorular, Türkiye’nin nereye gittiği değil, nereye geldiği ile ilgili olacak. Çünkü, ülkede işler varacağı yere varmış bulunuyor.
 
Ülkede işlerin nereye vardığını anlamak için iç politikada ve dış politikada olan bitene bakmak yeter:
Kürtler demokratik özerklik ilan etti.
İran, Suriye, Türkiye üçgeninde yükselen gerilim ve çıkması olası savaş konuşuluyor.
İktidar tarafından ağır ithamlar altında ezilen, demoralize olmuş ordu güç kaybederken, AKP iktidarının bölgesel güç olmak arzusuna ve Ortadoğu’ya çeki düzen vermek niyetine  bir anlam vermeye çalışıyoruz.
Savaş ihtimali üzerine tartışmalar büyürken bedelli askerliğin TBMM’nde kabul edilmesi, yoksulları bir kere daha eziyor. Varsılların çocukları, muhtemel savaş cephelerinden para karşılığında uzaklaştırılıyor.
İslamcıları ve ABD yönetimini yan yana getiren ortak husumet, NATO’ya direnen TSK’ni sarsmaya devam ediyor.
Yeni anayasa ile federal devletin yapısını oluşturmak üzere son hazırlıklar yapılıyor. ‘Ulus devletin yerini alacak federal sistem, Cumhuriyetin sonu olabilir’ endişesi yaygın.
Cumhuriyet’in referansları yok sayılıyor; Osmanlı referansları ise pek revaçta.
Cumhuriyet Tarihi haksız yargılarla ve yönlendirilmiş bir dille sorgulanıyor; Sanki, Cumhuriyet’in kurucularına yargı yolu açılmak isteniyor.
Aydınlanma fikrine sırt çeviren iktidar, Osmanlı hanedanının emperyal mirasına yaslandı. Demokrasiden otokrasiye gidiş, artık sır değil.
İmparatorluk arşivlerinde eşelenerek ülkeye imparatorluk yıkıntılarından gelecek dizayn etme çabaları, naif bir heves olmaktan çıktı.
Muhalefete gözdağı vermek için yargı dibine kadar kullanılıyor.
Ve halk olan biten her şeye ya razı ya seyirci.
Ülkenin ahvali böyle.
 
Yeni dünya düzeninde öngörülen yapılanma gereği Türkiye’ye biçilen misyonun, AKP yönetimi tarafından olduğu gibi kabul edilmiş olduğu görülüyor.
Bu misyonu, Ortadoğu ve doğu Akdeniz’de uluslararası sistemin çıkarlarının korunması için siyasi ve askeri planda Türkiye’nin sorumluluk alması, olarak tanımlayabiliriz.
Aldığı sorumluluk gereği, Çin-Rusya-İran-Hindistan ekseninde oluşan blok karşısında ABD’nin ve AB’nin çıkarlarını korumakla yükümlü kılınan Türkiye, “Arap Baharı” adı altında başlatılan harekete göz kulak olmak üzere hareketlenmiş bulunuyor.
Bu hareketlenme, Türkiye’nin Ortadoğu’da çıkacak savaşa dahil olması ihtimalini de barındırıyor.
 
Türkiye, artık bildiğimiz Türkiye değil.
Milliyetçi Türkler ile milliyetçi Kürtlerin arasındaki husumet kemikleşti.
Beyaz Türkler, Kürtlerin varlığından duydukları rahatsızlığı artık saklamıyorlar.
İslam normlarına dayalı toplumsal yaşam talebinden tedirgin olan laikler çok tepkili. İslamcıların rövanşist tutumu, diyalog kapılarını kapatıyor.
İslamcı hareketin 9 yıldan beri sürmekte olan iktidarında, çevreden merkeze akan toplumsal kesimler, bu geçişi İslamiyete borçlu olduklarını düşünüyorlar; merkezde yaşadıkları modern hayatın kaynağından pek haberdar değiller.
Cemaatler ise, şehir yaşamının kozmopolit yapısına tepkili oldukları için, kendi içine kapalı, kendi içine kat eden bir yaşam tarzını sürdürüyorlar.
Bu tablo, değişimin can sıkıcı, tedirgin eden boyutunu gözler önüne seriyor. Toplumun birbiriyle sorunlu kesimleri arasında duvarlar yükseliyor.
Merkeze gelen çevrenin içinden geçtiği değişim süreci ağır seyrediyor; bir uzlaşma zemininin oluşması için artık çok geç olabilir. Yurtta ve dünyada yaşanmakta olan değişimin hızı, Türkiye’de taşların yerine oturmasına izin vermeyecek gibi.
Ayrışan toplumsal kesimlerin sosyal evrim sonucu yeniden yan yana gelme ihtimali üzerine yapılan hesaplar sanki tutmayacak.
 
Türkiye, bu değişimi ağır bedeller ödeyerek yaşayacak. Şu an için bayram çocukları gibi sevinen İslamcılar ve hedeflerine çok yaklaştıklarını düşünen Kürtler, değişimin sonuçlarını gördüklerinde hiç mutlu olmayabilirler.
 
“Kıyamete beş kala”, kıyameti konuşmak için yeterli bir zaman aralığı olabilir.
Sosyal demokrasi fikri hala en makul çözüm yollarına ışık tutuyor. Görmek isteyene…