GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
26 Ağustos 2016 Cuma

İnsanın değeri…

“Küreselleşmede keramet arayan insanlık, insanın değerini adeta borsaya kote ederek piyasasını yükseltmeyi denedi; metalaşmasına metalaştı ama metalar ile rekabet edemedi. Çünkü kapitalizmin altın kuralı işliyordu; mal insandan daha değerliydi… Mallaşmak yetmedi.”
Geçenlerde bir yazımda, çağın insanının değeri hakkında ne düşündüğümü böyle açıklamıştım.Oysa biliyoruz ki, insan yapısal olarak sahip olduğu olanaklar itibarıyla canlılar arasında özel bir yere sahiptir. İnsanı diğer canlılardan ayıran ve sadece insanda var olan olanaklardan, yaşam koşullarını geliştirmek için gerçekleştirdiği insana özgü etkinlikleri ve bu etkinliklerin getirdiklerini anlıyoruz. 
İşte bu olanaklar, insanın değerini, onurunu oluşturuyor.

Mülkiyet toplumunda insanın onuru ve değeri ile metalaştırdığı hayatı arasında açılan makas, insanlık durumunu hiç olmadığı kadar kötüleştirdi. İnsanlık durumu hiçbir zaman bundan daha kötü olmadı. Çağımız, yabancının trajedisine tanıklık ediyor.
Olmak yerine edinmeyi seçen insan, edindiklerini elde tutayım derken hayata yabancılaştı. Yabancılaşmak, insanı kötü kılanın hayata musallat olmasıyla hemhaldir.
Kendine yabancılaşan insan sadece kötü olmadı fakat aynı zamanda, kötülüğü sıradanlaştırdı.
Böylece dibin de dibini bulan insan artık yuvarlanmıyor, diplerde sürünüyor. Bu, insanın tükenişi değilse, nedir? Ben ve Öteki arasındaki ilişki husumetten, nefretten besleniyor.
Daha ötesi yok, yeni binyılın şafağında, Öteki’ni yok etmek için çocuklardan bombacı yapan insanlığın durumunu konuşuyoruz. Yoksunluk ve yoksulluk, rüzgar ekiyor fırtına biçiyor.

Bir düğün gecesinde bir çocuk infilak ettiriliyor, onlarca çocuk ölüyor. Bir de isim vermişler; terör…
Terör, bu vahşetin mazereti oluyor. Bunlar terörist, yaparlar kafası…
Fakat benim daha da vahim bulduğum durum, insanlık onurunu yerle bir eden vahşeti, gaddarlığı durduracak vicdan ve aklın harekete geçmemesidir; Büyük insanlık sadece söyleniyor.
Büyük insanlık sadece söyleniyor, çünkü sınırsız bir teslimiyet içinde hantal ve korkak yaşamaya alışmış veya alıştırılmış. Gündelik hayatın akışında terörün payına ne düşüyorsa o kadar tepki veriyor. Daha iş yapacak, para kazanacak, para harcayacak, arabasının bakımı var, yakıtı var, kredi ödemesi var, taksidi var, kirası var, dişini yaptıracak, tatili var, maç seyredecek, rakı balığı var… Say say bitmez.

Sahip olduklarına ve tükettiklerine göre onuru ve değeri kalibre edilen insan, haliyle yaşamaya da böyle bir anlam yüklüyor. Sahip ol ve tüket!
Böylesine aşağılık bir gösterinin parçasına dönüşmeyi içine sindiren insandan, yitirilecekler hanesini boşaltıp, kendi değeri ve onuru için bedel ödemesini beklemek abesle iştigaldir.
Hepimiz biliyoruz ki, insanlık âleminin dört bir yanını kuşatan çevre felaketleri, iklim değişikliği, paylaşım savaşları ve bunlara bağlı göç dalgaları hayatı gün be gün cehenneme çevirirken, bu gidişi durduracak akıl ve irade ortaya çıkmıyor, kısa vadede çıkacağı da yok. Orta vadede belki… Umarım, yeryüzünün o kadar dayanacak takati vardır.

İyimser değilim. Çünkü yaşanan sadece kapitalist sistemin geçici krizi değil; Kapımızı çalan, uygarlık krizidir. Giderek belirginleşmeye başlayan “uygarlık krizi” öncülleri, nihai bir felaketi haber veriyor.

Yitik insanlığının peşinden gitmeyen insan; buna mukabil, paranın pulun, malın mülkün peşinde…
Vakti yok yitip gidenlerin matemini tutmaya; değil mi ki vakit nakittir.