GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
12 Temmuz 2016 Salı

Nasıl olacak?

“Refah Partisi mutlaka adil bir düzen getirecek. Türkiye’nin bir karar vermesi lazım, geçiş dönemi, kanlı mı, kansız mı olacak?” Bilindiği gibi, 1994 yılında, Necmettin Erbakan bu görüşü dile getirmişti. 
Tam 22 yıl sonra, Kemal Kılıçdaroğlu, islam normlarına dayalı otoriter bir rejim kurmak için her türlü baskı yöntemini kullanan islamcı iktidar zümresini uyardı; “Kan dökmeden amacınıza ulaşamazsınız!”
Bu uyarı sonrasında, siyasal islam savunucuları, nasırına basılmış gibi bağırmaya başladı, suçluların telaşı içinde ortalığı ayağa kaldırdı.

İslami düzen kurmak isteyen islamcı kadrolar, ele geçirdikleri iktidarı derinleştirmek istiyor. Onlar da biliyor ki seçimlerle geldikleri iktidar, kendilerine, islami bir düzen kurduracak meşruiyeti sağlamıyor. Bununla birlikte, Erdoğan, Aydınlanmanın getirdiklerinden laisite ve modernite ilke ve düşüncesinde vücut bulan Cumhuriyet’i, islamcı düşüncenin getirdiklerine dayalı bir Cumhuriyet’e dönüştürmek arzusunu her fırsatta dile getiriyor. 
Gelin görün ki mevcut kurumlar böylesine radikal bir yapısal dönüşümün koşullarını barındırmıyor.

Tam 22 yıl önce sorulan “Kanlı mı, kansız mı olacak?” sorusunun yanıtını almamıza az kaldı. İslamcılar hedeflerine çok yaklaştıklarını düşünüyorlar. Düşledikleri İslam devletini kurmayı deneyecekler. Hatta kimi militan islamcı gruplar durumdan görev çıkarıp kan dökmeye başladı bile…
Sünni muhafazakâr bir rejim kurmak için bütün umudunu başkanlık sistemine bağlayan Erdoğan ise, sistemi kurumsal olarak dönüştürmeyi deniyor, ancak koşullar elvermediğinden, bunu başardığını söylemek çok zor. Dolayısıyla ipin ucunu kaçırmamak için günbegün otoriterleşiyor.
Selefi dayanışmasından aldığı güçle iktidarını sürdürebilen Erdoğan, karşılığında Sünni muhafazakâr bir rejim oluşturamazsa, ayakta kalamayacağını biliyor. 
Ve biz de biliyoruz ki, iktidarı kaybedeceğini fark ederse Erdoğan çok tehlikeli olabilir.

İyimser olmak için çok fazla nedenimiz yok. Şu ana kadar olan bitenden benim anladığım, kan dökülmesinin önüne geçecek ciddi bir irade yok. Aksine, bu tehdidin Demokles’in kılıcı gibi tepemizde sallanmasından medet umanlar var.
Toplumu terörize ederek teslim almak, İslam devleti kurmak isteyenlerin başvuracağı en kısa ve sonuç alıcı yol gibi görünüyor.
Yani toplumsal uzlaşma, İslamcılara, şeytanla pazarlığa oturmaktan daha fazlasını ifade etmiyor. Ülkede ihtiyaç duyulan toplumsal mutabakata İslamcıların sıcak bakmasını sağlayacak toplumsal baskının koşulları elan olgunlaşmış değil.
Lakin toplumsal barış koşullarının eksikliği her ne kadar umut kırıcıysa da, çıkışsızlık söz konusu değil. Ülkenin geleceğini islam devletinde görmeyenlerin bir an önce eteğindeki taşları dökerek ve egolarını dizginleyerek, “barış ve demokrasi için ortak program” üstünde kafa yormaya başlaması halinde, Türkiye’nin önü açılacaktır.

Gerek aklı karışan Kürtleri gerek islamcılar tarafından aklı karıştırılan dindarları şiddet sarmalından çekip alacak bir yol bulmak artık bir zarurettir. Ve bu yol, “barış ve demokrasi için ortak program” fikrinden geçiyor.
Böyle bir programı yaşatmak için ise, “insan haklarına dayalı devlet”in nasıl inşa edileceği konusunda zihinlerimiz açık olmalı.
Yapılacak çok iş, gidilecek çok yol var… Bir an önce yola koyulmak gerek.