GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
12 Haziran 2013 Çarşamba

Devrimin Şanlı Yolunda… Ya da Hayatı Yeniden Söylemek… (2)

Gençlerin bilgisayarlarının başından kalkıp alanlara çıkmalarıyla birlikte ülkenin karşı kaşıya kaldığı manzara hayli şaşırtıcıydı.
Şaşırtıcıydı, çünkü meydanlarda dile gelen ve yaşanan her şey toplumsal yaşam rutinine oldukça yabancıydı. Dolayısıyla, olan biteni anlamakta ve yorumlamakta siyaset ve medya çok zorlandı. Aydınların ve sanatçıların tam olarak ne anladığını ise yakında göreceğiz.
 
İktidarıyla, muhalefetiyle, medyasıyla ülke ölçeğinde toplumun anlamakta, çözümlemekte zorlandığı direniş hareketinin fark yaratan özellikleri var.
Ama önce şu saptamayı yapmak istiyorum; direnişi başlatan gençlik, sanal dünyanın çocuklarıdır. Sanal dünya onların soyutlama yeteneklerini çok geliştirdi. Bunun anlamı, daha zeki olmalardır.
Erdoğan’ın dilinden düşmeyen, elde bilgisayar dolaşan “kendi gençlerinin”, onlar salt amaçları için ve genellikle SMS düzeyinde kullanıcı olduklarından, sanal dünyanın afacan çocuklarıyla yarışmaları olanaksızdır.
Erdoğan’ı çıldırtan gençliğin başarısının sırrı buradadır.
Fark yaratan özelliklerine gelince:
Otoriteye sorgusuz sualsiz boyun eğmeyi sevmiyorlar. Dikey hiyerarşiden rahatsızlar. Eşitlikçi yatay süreçlere daha yatkın bir hayat anlayışları var. Soyut zekâ ürünü ironik eleştiri yapıyorlar. Şiddete mizah ile karşılık veriyorlar. Sokağın dilini kullanmayı seviyorlar. Eşitlik konusunda samimiler. Dayanışma ruhu var. Birkaç gün içinde kendi medyalarını kurdular. Farklı gruplar yan yana durmayı biliyor. Kapitalizme karşı olmakla birlikte, sistem içinde yaşadıklarının farkındalar ve demokrasi istiyorlar. Demokratik yönetim biçiminin yatay toplumunda olması gereken hakları ve özgürlükleri talep ediyorlar. Katılımcılık ilkesinin işletilmesini istiyorlar.
 
Artık Erdoğan’ın ülkeye saldığı korkuyu üzerinden atmış bir gençlik var.
Erdoğan onlara, “çapulcu” dedi; Onlar, “Evet, çapulcuyuz!” dediler.
Erdoğan onlara, “ayyaş” dedi; Onlar, Erdoğan’ın şerefine meydanlarda içtiler.
Erdoğan onların üstüne su sıktırdı; Onlar, üstlerine sıkılan suya kucak açtılar.
Erdoğan onların üstüne biber gazı sıktırdı; Onlar, biber gazıyla kafa buldular.
Erdoğan onlara; “itaat edin!” dedi; Onlar, “Hayır, başkaldırıyoruz!” dediler.
Onlar sadece ve sadece demokrasiyle yönetilmek istiyorlar.
İleri demokratların dikkatine!..
 
Türkiye bir yol ayrımına doğru ilerliyor. Ülkenin geleceğini belirlemeye aday iki gençlik var. Bunlardan ilki, Erdoğan’ın tarif ettiği, elinde bilgisayarla dolaşan ama camiden de, büyüklerinin sözünden de çıkmayan munis gençlik.
Diğer gençlik ise, yeni yeni tanımaya başladığımız, alanlarda direnen gençlik.
Bu gençlik, Erdoğan’ın dilinden düşmeyen gençlikten hayli farklı profil çiziyor.
 
Alanlara çıkan genç kuşaklar, en geniş anlamıyla, 68 ve 78 kuşaklarından çok farklılar. Her şeyden evvel, iktidara talip değiller. İdeolojileri yok. Kavga etmek istemiyorlar. Şiddete karşılar. Uzlaşmaya çok açıklar. Kamusal yaşamın yasaklarla kuşatılmasından rahatsızlar. Buyurgan devletten hoşlanmıyorlar.
Devleti yönetenlere, “Yönetecekseniz, doğru dürüst yönetin; yoksa bırakın, yapacak birileri gelsin!” diyorlar. 
Otoritenin her türlüsüne karşı olduklarını her fırsatta belirten gençliğin, silahlı mücadeleyi ve kavgayı şiar edinmiş 68 ve 78 kuşaklarının devrim anlayışıyla buluştukları pek bir yer yok. Saygısızlık etmiyorlar ama yollarının oradan geçmediğini de biliyorlar. Ve farkındalıkları hiç yabana atılacak gibi değil.
 
Bilişim devrimi kuşağı gümbür gümbür geliyor; hayatı yeniden söylemek için. Neşeli, barışçı, yaratıcı, zeki, soyut düşünmeyi seven çocuklar bunlar.
Seksende yaşanan travma yüzünden salt içselleştirerek, her şeyi içe katederek yaşayan bir kuşağın ardından gelen bu kuşak nasıl hisseder, nasıl düşünür hep birlikte göreceğiz. Şimdilik, bize gösterdikleri kadarını biliyoruz.
 
Bizler devrim için ayaklandığımızda ailelerimiz bizlere sahip çıkmamıştı. Taleplerimiz, büyüklerimizi kokutmuştu. Ceberut devlet bizleri ezmişti,
Biz aynı hataya düşmemeliyiz. Altmışlı, yetmişli yıllardan çıkaracağımız en önemli ders bu olmalı; çocuklarımıza ve mücadelelerine sahip çıkmak.
Onlara her dokunulduğunda alanlara çıkarak, devleti yönetenlere; “Sakın bir daha olmasın!” demek, boynumuzun borcu olmalı.
Büyüklerimiz bu desteği bizlerden esirgediği için iki kuşak heba oldu.
Bu güzelim çocukları Erdoğan’a yedirtmeyelim.