GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
25 Ağustos 2009 Salı

Annelik, köleliktir’…

Uzun süredir düşünüyor(d)um özgürlük üzerine. Bireysel özgürlük üzerine/adına...
Bu ara üzerinde mütemadiyen düşündüğüm bir başka şey "para" diye geçirirken kafamdan. ’¶ Birden. Hani size de olur ya bazen.
’“Hangisini tercih ederim; parayı mı, özgürlüğü mü’” diye saçma sapan anketlere benzer bir soru düştü aklıma.

İkisi birlikte olsa, elbet şamda kayısı ama, değil mi ki şu an bende ikisi de yok; hangisi diye tutturdum sabah sabah, akşamdan kalma bulaşıkları yıkarken.(önemsiz işler yaparken, önemli konular düşüneceksin kuralı!.)
Hiç de uzun uzun kıyaslama/muhakeme yapmadan "özgürlük" dedim;

Braveheart'ta Mel Gibson'un damarları patlayıncaya kadar bağırmasına benzer bir solukla. Benimki (ev ahalisini uyandırır/korkuturum evhamıyla) sessizce bile olsa da tıpkı Gibson'ınki gibi, ciğerlerimden, taaa içimden çıktı yemin ederim.
 
Nevrotiğim ya, bu kez "neden tercihim özgürlük" diye didiklemeye başladım kendimi. ’“Evlilik eldeki kelepçeyse, çocuk sahibi olmak, ayakta pranga’” diye iç geçirdiğimi hatırlıyorum.

Kulakları çınlasın, Burhan Özfatura'nın "evlat sahibi olmak ömür boyu kürek mahkumiyeti gibidir" deyişini de hatırladım akabinde.
 
Başına hiç kötü bir şey gelmese, her şey yağ gibi gitse, talihi/şansı çok açık/parlak olsa bile; değil mi ki canınızdan kopan bir candır evlat... İçiniz hep, pırpır eder durur:
Ya başına bir şey gelirse,
ya işini kaybederse,
ya hastalanırsa,
ya bebeğini düşürürse,
ya iyi bir evlilik yapamazsa,
ya çocuğu olmazsa,
ya kocası/karısı aldatırsa,
ya kaza geçirirse,
ya gaspa uğrarsa,
ya kötü hastalığa yakalanırsa,
ya askerde başına kötü bir iş gelirse....
 
Vıdı vıdı vıdılar bir türlü bırakmaz yakanızı/kafanızı.
Ve işte bu prangadır.
Kürek mahkumiyetidir.
Siz ölene, son nefesinizi verene dek asla ve asla kurtulamayacağınız dünyanın en büyük sorumluluğudur.
Eldeki kelepçe gibi anahtarı çevirip de atamayacağınız, artık etinize/kemiğinize yapışmış/eklenmiş parçanız, eklem yerinizdir.
 
Elbet anası sağken bir gözü gören, ölünce ötekini de kapatan babalardan, ya da doğurduğunu kedi eniği gibi sokağa/avluya bırakan annelerden, o ender örneklerden ırak bir duygu bu. Genelin duygusu.
Hele bizimki gibi kutsal anne metaforuyla pompalanan, ’“önce canan/sonra can’” diye diye büyütülen kadın nesli için.
Ne mümkün fedakarlık yapmadan annelik yapabilmek?
Fedakarlık, mahkumiyetin/özgürlüğün sonu değilse nedir? Nedir? Bilen var mı?
 
Şunları yazarken bile içimden defalarca ’“tanrı ömür/sağlık versin, acılarını göstermesin’” demekten kendimi alamıyorsam ve kendi F tipi hapishanemi durmaksızın tavaf ediyorsam, anlayın nasıl bir mahpusluk/kıstırılmışlık duygusu içinde olduğumu.
Anlıyor musunuz?
 
Bi de, sakın bana ’“parayla özgürlük alınır’” demeyin olur mu? Alınır bir parça da...
O da  F tipi küçük hücrenizi suit daireye çevirir anca.
Bir hücre yerine, daha ferah iki göz hücrede dolanır durursunuz göz kapanana dek. Hepsi o kadar’…’”
* * *
Aylar önce, bir geceyarısı bilgisayarın başına geçip içimi döktüğüm bu satırları, doğurmamış bir kadın olsa bile, beni çok iyi anlayacağını bildiğim Öncel’’e (Öziçer) göndermiştim. O da ’“canım arkadaşıma bir can simidi lazım’” deyip, köşesinde yayınlamıştı.
 
Şimdi, yine anne olmayan, ama ta yüreğinin en çekirdeğinde anne olmanın ne yaman bir çelişki olduğunu hisseden genç bir kadının gazetelerdeki sözlerini okuyunca, annelik üzerine bir kez daha düşündüm, bir kez daha iç geçirdim sessizce’…
 
Anne olmayı köleliğe benzeten ünlü aktris Renee Zellweger, bu sonuca erkek kardeşinin çocuklarıyla yakından ilgilenirken varmış.
Biri iki, diğeri dört yaşındaki iki yeğenini çok sevdiğini ama onlarla ilgilenmenin bazen tam bir kaos olduğunu söylemiş Zellweger ve onları küçük birer ’“diktatör’”, kendisini de resmi ’“köle’” ilan etmiş.
 
Şöhretli/zengin/bekar bir kadının annelik tarifinin, evrenin başka bir ucunda yaşayan benimle aynı noktada kesişmesi, gülümsetti beni.
Hem ’“bu duygumda yalnız değilim’” gülümsemesiydi bu; hem de ’“anne olmanın dayanılmaz ağırlığı’”nın  ’“evrensel’” olduğunu,
’“Ne iyi ettik de doğurduk’” demek kadar,
’“Ne diye doğurduk’” diye sormanın karışımı kadar çelişkili bir duygunun, anne olmayan bir kadını bile esir aldığını görmekti’…
 
’“Anneliğin’” Kürt açılımından bile netamali bir konu olduğunu, bütün anneler ve içine annelik kaçmış bütün bekar kadınlar anlayacaktır diye düşünüyorum’…