GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
9 Kasım 2015 Pazartesi

Zeytin ağacı demokrasi gibidir…

Akdeniz zeytinsiz olmaz, zeytin Akdenizsiz… Tarihin, arkeolojinin, epigrafinin, sosyolojinin, sosyal antropolojinin, edebiyatın,  halk biliminin ve mimarlığın zeytinsiz düşünülemeyeceği gibi… Zeytin her anlamda aydınlıktır, aydınlanmadır…

Zeytin dinler tarafından kutsanmış bir ürün... Bir ürün durup  dururken dinler tarafından kutsanmaz ya da medeniyetlerin simgesi haline gelmez. Çünkü dinler tarafından kutsanan ürünler, zeytin, buğday, üzüm ve incir, birer bereket ve şifa kaynağıdır.

Eylül sonu, Ekim başı zeytin mevsiminin (aslında şenliğinin) başlangıcıdır ve ocak sonu ile şubat başına kadar her yer mis gibi ‘pirina’ kokacaktır. Bilene mutluluk veren bir kokudur bu, çünkü bereket, bolluk demektir; her biri asırlık zeytin ağaçlarından gelen sağlığın da habercisidir aynı zamanda…   Önce çağla yeşili bir yağ süzülür, erken hasat meyvelerin suyu sıkıldığında; kalanlar ya kırılacak ya çizilecek ya da salamura edilecektir… Emek, bitmek bilmeyen bir emek… Sonbaharın erken hüznüyle başlayan bu zahmetli serüven, bin yıllardır aynı hevesle tekrarlanır. Kış ortasında da sona erer. Sonrasında zeytin ve zeytinyağı yaşamın her gününe damgasını vurur.  

Zeytinin yetiştirildiği diğer coğrafyalarda pek bilinmeyen bir özelliğimiz var bizim: Zeytini sofrada, özellikle de kahvaltıda tüketme geleneği… Nefis sofralık zeytinler ürettiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz, dahası en sağlıklı zeytinyağlarını ürettiğimizi de iddia edebiliriz… Bu ağaçlar muhteşem gövdeleri, dört mevsim dökülmeyen gümüşî yaprakları, heybetli dalları ile insanı kendine hayran bırakıyor. İnsan durup durup bakmak; bir daha, bir daha seyretmek istiyor. Henüz tarihin bile hesaplayamadığı zamanlardan gelmeleri de cabası… Masallarda, tüm din kitaplarında, bilinen bütün ritüellerde var oluşlarından geliyor biraz da cazibeleri.

Antik çağ mitolojisinde, ‘Akropol’e ilk zeytin ağacını Tanrıça Athena’nın diktiğine ve ona ‘karanlıkta ışıma, yaraları iyileştirme ve besleyici olma’ özelliklerini verdiğine inanılır. Semavi dinlerin kitaplarında da zeytin ağacı hep var… Zeytin ağacı bütün kutsal kitapların ağacıdır. Musevi inancının kitabı Tevrat’ta zeytinden ‘kutsal bir ağaç’ olarak söz edilir. İncil’de ise zeytin ağacı, ‘hayat ağacı’ olarak geçer. Nuh Peygamber’e tufanın bittiği müjdesini, gagasında zeytin dalı ile gelen bir güvercin vermiştir. Kuran’daki Nur Suresi’nde, “mübareketin zeytunetin” ifadesi geçmekte; Nahl Suresi’nde de zeytinin yararlı olduğu belirtilmektedir.

Son yıllarda zeytin ağacı, Anadolu topraklarında da hak ettiği değeri bulma savaşı veriyor… Bu savaşta hakkı ödenemez insanlar var. Ayvalıklı dostlarımız ilk sırada… Zeytini doğru dürüst, ağaca ve dala zarar vermeden, meyvenin kabuğunu hırpalamadan toplamaya uğraşan; günü gününe sıkıma yetiştirmeye çalışan güzel insanlar…  

***

Bu girişi 11. Kez düzenlenen Ayvalık Zeytin Hasat Günleri panelindeki açılış konuşmamdan aldım. Rahmi Gencer’in Ticaret Odası Başkanlığı sırasında başlattığı, şimdi de B. İbrahim Kantarcı başkanlığındaki yönetim kurulunun sürdürdüğü Hasat Şenlikleri’nin Türkiye’deki zeytinyağının bilinirliğine ve tanınırlığına sağladığı artılar çok önemli... 11 yıl önce kişi başına 0.8 litre olan zeytinyağı tüketimi bu yıl 2.0 litreye çıktıysa bunda yaratılan imajın da katkısı büyük.

***

Bu yılki etkinliğin yıldızı kuşku yok ki İlber Ortaylı hocamız idi. Hoca’nın her bir satırı bilgelikle yüklü konuşmasının önemini anlatmak için şu cümle yeter: “Demokrasi de zeytin ağacı gibidir, her yerde tutunamaz, her yerde yeşermez…” 


 
Türkiye “Slow Olive” ülkesidir..
Bilim, zeytinin anavatanının Mardin-Kahramanmaraş-Hatay üçgeni olduğunu söylüyor bize… Çünkü bu topraklarda ağacın en alt türüne rastlanmış. Zeytin yetiştiriciliği ilk kez, MÖ 4000 yıllarında Güneydoğu Anadolu’da başlamış. Önce Batı Anadolu’ya, oradan Ege adaları yolu ile Yunanistan, İtalya, Fransa ve İspanya’ya uzanmış. Sicilya yolu ile Kuzey Afrika’ya sıçramış. Bu kol, Güneydoğu Anadolu’dan çıkıp Suriye ve Mısır üzerinden ilerleyen ikinci kol ile birleşmiş ve Akdeniz’in güney kıyılarını kapsar hale gelmiş. Üçüncü kol ise Irak ve İran’dan Afganistan ve Pakistan’a ilerlemiş. 16. yüzyılda İspanyolların Güney ve Kuzey Amerika’ya götürmesi ile de zeytinin dünyadaki turu tamamlanmış...  

Türkiye’deki Slow Food gönüllüleri olarak önümüzdeki Nisan ayında zeytinyağının bu yolculuğunu izleyecek bir etkinlikle dünyanın karşısına çıkmaya hazırlanıyoruz. Slow Food dünyasında, “zeytin ve zeytinyağının merkezi Türkiye olmalıdır” diye düşünüyoruz. Gen kaynaklarımızın zenginliği ile bunu hak ettiğimizi düşünüyoruz.

Zeytin bereketin,  zeytin dalı da ‘barış’ın sembolüdür bildiğiniz gibi… Eski Yunan’da savaşçı muzaffer kumandanlar, başlarına defneyaprağından yapılmış taçlar takarken, savaşta yer almamış olanların ise zeytin dalından yapılmış taçları tercih ettiği biliniyor. Bugün bile, barışı sağlamak adına, “zeytin dalı uzatmak” deyimini sıkça kullanırız.

Her şey istediğimiz gibi giderse Nisan ayı ortalarında Mardin Derik’ten dünyaya “Slow Olive” başlığı altında zeytin dallarını uzatacağız…