GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Suavi YARDIMOĞLU
YAZARLAR
10 Kasım 2013 Pazar

Zeki, çevik, ahlaklı

Aramızdan ayrılışının 75. yılında Ulu Önderimiz Atatürk'ü sevgi, saygı ve giderek büyüyen bir özlemle bir kez daha anıyoruz...
Aradan değil 75 yıl, 75 yüzyıl geçse de güncelliğini yitirmeyecek, sonsuzluğa uzanan bir inançla Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün "Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim" sözü bize varoldukça ve dünya durdukça yol gösterecek. 
Şike, doping ve mafya ve politik çıkarların sardığı devşirme sporculardan medet uman kitleleri birleştirmek yerine birbirine düşman etmeyi kendilerine amaç edinen, son gezi olaylarından sonra taraftarıyla taraftar gruplarıyla açık boy hedefi haline gelen ama bir yandan da olimpiyata aday gösterilen Türk Sporu için, Atamızın bu anlamlı özdeyişinin önemi her geçen gün biraz daha ortaya çıkıyor.
Açılımı ciltlere sığmayacak şu birkaç kelime spor alanında da onun ileri görüşünü, nasıl çağının ötesinde bir lider olduğunu ortaya koyuyor.
Atayı anmanın bazı kesimlerce neredeyse suç sayıldığı günümüzde Atamızın spor felsefesini, o dönemin kısıtlı olanakları içinde, savaştan çıkmış, varını yoğunu İstiklal Savaşı’na aktarmış bir ulusun spora bakış açısını kalemimiz yettiğince irdelemek de yarar var.
Dünyada bir ulusun kaderine böylesine doğrudan etki yapan bir önder, bir lider bugüne dek hiç gelmedi. Ulu önderimiz yaşamın her alanında bağnazlığın ve köhnemişliğin pençesinde, “hasta adam” konumuna düşen bir ulusun yaşam felsefesini, eğitimden, politikaya, sanayiden, ticarete, manevi değerlerden, sağlık politikasına varıncaya dek her alanda bizzat kendi yönlendirdi. O asla bir diktatör olmadı. Ama her ayrıntıyı değerlendiren Türk ulusunu geleceğe hazırlayan gerçek bir başöğretmendi.
Ulu önderimiz dünyada hiçbir önderin önem vermediği kadar spora önem verdi. Çünkü onun için spor sağlıklı, doğru düşünebilen, dürüst yaşayan bir nesil oluşturma yolunda en önemli araçtı. O daha da ileri gidip sporun Türk Milleti için bir amaç olmasını düşlemişti.
Atatürk en fazla güreşi severdi. Büyük Atatürk’ün, güreş zevki ve merakı çocukluk yıllarından kalmaydı. Çocukluk arkadaşları onun kuvvetli ve cesaretli insanlara bayıldığını ve mahalle çocuklarını sık sık güreştirip büyük keyif aldığını belirtmişlerdir.
İtalyanlar’ı yenen Milli Güreş Takımımız, Florya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkünde büyük Atatürk’ün huzuruna çıkmıştı. Atatürk, özel bir sevgi duyduğu, sevimli ağır sıklet şampiyonumuz Çoban Mehmet’e takılmaktan da kendini alamamıştı:
- Sen, herkesi kolayca yeniyorsun Mehmet. Seninle güreş tutsak, beni de yenebilir misin?”
Koca Çoban, çocuksu bir mahcubiyet içinde, başını öne eğerek:
-Sizi bütün cihan yenemedi Paşam, ben nasıl yenebilirim?” demişti.
Büyük Atatürk Çoban Mehmet’in bu cevabı karşısında pek duygulanmış ve aslan yapılı ağır sıklet şampiyonumuzu alnından öpmüştü.
Çoban Mehmet Atatürk’ün güreşten çok iyi anladığını ve izlediği güreşlerde yaptıkları hataları veya başarılı hareketleri kendilerine bir güreş antrenörü edasında naklettiğini belirtmiştir.
Atatürk’ün hangi futbol takımını tuttuğu yolunda sığ bir tartışma sürüp gider. Önemli olan Atatürk’ün hangi takımı tuttuğu değildir. Zaten böylesine bir ulusun yazgısını değiştiren büyük bir dehayı, böyle bir konumda değerlendirmek densizlikten öte bir şey değildir.
Ulu önderimizin Kuvay-ı Milliye hareketinin öncülerinden Karşıyaka ve Altay kulüplerine sevgisi, muhabbeti iyi bilinmektedir.
Ulu önder, 1925 yılı Ekim ayında gerçekleştirdiği İzmir gezisinde, konakladığı Naim Palas oteli yakınlarına Göztepe ve Karşıyaka semtlerinden vapurlarla gelen halka şöyle seslendi: ”Ben bütün İzmir’i ve İzmirlileri severim. Güzel İzmir’in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim. Yalnız bir tesadüf beni Karşıyaka’ya daha çok bağlamıştır. Karşıyakalılar, anam sizin bağrınızda, sizin topraklarınızda yatıyor. Karşıyakalılar, İzmir’i gördüğüm gün evvelâ Karşıyaka’yı ve orada da sizin Türk topraklarınızda yatan annemin mezarını gördüm! Bütün cihan işitsin ki efendiler, artık İzmir hiçbir kirli ayağın üzerine basamayacağı kutsal bir topraktır!” 
 
14 Ekim 1925 günü ise Altaylılar için tarihi bir gündü. Bu gururu nesilden yaşatacak o gün, Mustafa Kemal Paşa Altay kulübünü ziyaret etmişti. Bu ziyarette kulüp binasında Altay'ın kazandığı 9 Eylül kupasını gören Atatürk, "Aferin çocuklar, kupa da kazanmışlar." diyerek iltifatkar sözleri ile siyah beyazlıları kutlamış, daha sonra takım kaptanı Hamit Arslan'dan Altay'ın faaliyetlerini sormuş ve aldığı cevaplardan memnun olarak Altaylıların kalplerinde altın harflerle yazılı olan cümleleri onur defterine yazmıştır;

"Altay Spor Kulübünde tanıdığım gençlik, iftihara şayandır.Bu gençlik müvacehesinde istikbalin kuvveti ve saadeti en bariz görülmektedir." 
 
Gazi Mustafa Kemal, 24 Haziran’da da (1926) İsmet Paşa, Dr. Tevfik Rüştü Bey ve Fahrettin Altay Paşa ile birlikte Karşıyaka Spor Kulübünde incelemelerde bulunmuş ve kulübün şeref defterine şu satırları yazmıştır:
“Karşıyaka Spor Kulübüne: Karşı karşıya bulunduğum gençlik, iftihara çok şayandır. Bu gençlik muvacehesinde istikbalin kuvveti ve saadeti ne bariz görünmektedir”
Bu sözler yeşil kırmızılılar yüzyıllar boyu unutulmayacak paha biçilmez bir miras bırakmıştır.
Türk futbolunun unutulmaz ismi (ışıklar içinde yatsın) Gündüz Kılıç’ın ilettiği bir anıdan, Atatürk’ün futbola nasıl baktığını ve bugünlerin futbol felsefesini o dönemden nasıl sezinlediğini bulabiliriz.
Milli Futbol Takımımız, Halkevleri Takımı adı altında, Rusya da 5-6 maç yapar ve farklı yenilgiler alır. Ülkesinde olup biten her şeyle ilgilenen Atatürk, Rusya yenilgilerini de göz ardı etmez. Pek genç olmasına rağmen kadroya alınan Gündüz Kılıç’ı tatlı tatlı sorguya çeker.
Ulu Önder’in ilk sorusu “Neden yenildiniz?” olur. Genç Gündüz kem küm ederken, Atatürk, pek üstelemeden ikinci sorusunu sorar:
“ Peki bu yenilgiler seni çok üzdü mü?”
Son derece üzüldüğümü anlatmaya çalışan Gündüz Kılıç’ı susturur ve kendi konuşmaya başlar:
“Dünyada yenilmeyen kimse, yenilmeyen ordu, yenilmeyen takım, yenilmeyen kumandan yoktur. Yenildikten sonra üzülmekte tabidir. Ancak bu üzüntü insanın maneviyatını yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. Yenilen, hemen toparlanmalı, kendini yeneni yenmek için olanca gücüyle azmiyle daha çok çalışmalıdır” der ve genç Gündüz’den futbolun nasıl oynandığını anlatmasını ister. Gündüz Kılıç da eline kağıt kalem alır, oyun sahasını çizerek, o zaman ki değimiyle müdafileri, muavinleri ve muhacimleri (savunma, orta alan ve forvetleri) yerlerine yerleştirip, onların görevlerini açıklar. Atatürk:
“Yahu desene, bizim harp oyunları gibi bir şey sizin oyun da. Sizin işte, strateji bilgisi ve kurmay kafası ister” diyerek futbola bakış açısını belirtir.
Atatürk her fırsatta deniz sevgisini Türk Milleti’ne aşılamaya çalışırdı. 1937’de hükümet proğramında “üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmasını bilmeliyiz. Denizciliği Türk'ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız." sözleriyle bu önemi vurguladı. Florya’da sık sık denize girer Kürek çekerken görünür ve bunun bir teşvik oluşturmasını isterdi.
Atatürk, 1937 yılında Fenerbahçe ve çevresindeki incelemlerinin ardından Fenerbahçe Burnu’nun Kalamış Koyu’na bakan kıyılarını pek beğenmiş ve buradaki köhne mendireğin derhal onarılarak deniz sporları merkezine dönüştürülmesini istemişti.
Bu kıyıda bugün,Kalamış Yelken Kulübü, İstanbul Yelken Kulübü, Fenerbahçe Spor Kulübü ve Galatasaray Spor Kulübü’nün deniz sporları tesisleri ulu önderden armağandır.
Atatürk askerlik yıllarından kalma alışkanlığı ile binicilik sporuna da büyük önem vermiş ve Ata ve atçılığa özel bir merak ve sevgi duymuştu. Aynı zamanda gayet iyi de at binen Atatürk, yurtta atçılığı ve yarışçılığı daima teşvik etmişti. Fransadan gelen atlar içinde, Atatürk’e ait olan, “Aigrette” isminde bir de kısrak vardı. Atatürk Türk yarışçılık dünyasının en önemli klasiği olan “Gazi Koşusu”nu 1927 yılından itibaren Türk yarışçılığına armağan etmiş ve 18 ekim 1936 tarihine dek yarışları bizzat izlemiştir.
Atatürk hastalığının hızla ilerdeliği son dönemlerinde ata sporu olarak nitelediği okçulukla bizzat ilgilenmiş ve Beyoğlu Halk Evleri bünyesinde Ok Spor Kurumu ve Ok Spor Müzesini de kurdurmuştur.
Türk sporuna yıllarca hizmet veren Muhafızgücü Spor Kulübü de 18 Temmuz 1920’de Atatürk’ün emriyle Muhafız Takımı olarak kurulmuş, sonradan Muhafız Alayı adını alan birlik, 1 Haziran 1923 günü Muhafızgücü’ne dönüşmüştür.
Atatürk’ün savaşlardan ve bir ülkenin kara yazgısını, muasır medeniyetler (çağdaş uygarlıklar) düzeyine ulaştırma uğraşından arta kalan kısıtlı zaman diliminde spora hizmetleri ve teşviki unutulmaz.
Sağlığının bozulduğu son dönemlere kadar sporun içinde olan, teşvikini ve desteğini esirgemeyen Ulu Önderimiz’e spor alanında da çok şey borçluyuz. Onun spor felsefesini, spora bakış açısını, yaşamın her alanında olduğu gibi bugün çok daha derinden irdelemeye, incelemeye, anlamaya gereksinimimiz var.
Işıklar içinde yat Büyük Atam! Devrimlerinin ve şehitlerimizin kanlarıyla her karış toprağını sulanan bu aziz vatanın daima bekçisiyiz. Senin spor ülkünü ise her zaman yaşatacağız.