GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Harun ÖZDEMİR
YAZARLAR
1 Ocak 2011 Cumartesi

Yeniden Türkleşmek mümkün mü?

İncil’’in Almancaya çevrilmesi ve milli kiliselerin kurulması, Batı’’da uluslaşmanın başlangıcı olarak görülebilir. İsteyen görebilir demek istiyorum, çünkü ben sorunun daha derinlerde olduğu düşüncesindeyim. 
 
Milli kiliselerin ilkini kuran ve İncil’’i Almancaya çeviren Martin Luther, ününü bu iki yenilikçi girişimine borçlu değildir. Hele ’“a’’raf’” ve ’“bağışlanma’” konusundaki görüşlerine hiç borçlu değildir; onu ünlü yapan ve faaliyetlerine destek sağlayan özelliği, aynî para üzerinden yapılan borçlanmalarda faizi helal gören fetvalar vermesidir. 
 
Martin Luther faize ’“helal’” fetvası vererek, yüzyıllardan beri Avrupa’’da meşruiyet arayan ticaret ve sermaye burjuvazisine engelleri yıkma fırsatı yaratmıştır. Büyük sermaye bundan önce Kilise’’yi faizin helalliğine ikna etmek için çok çaba göstermiş, fakat sonuç alamamıştır. Sonunda çözümü alternatif papalar ve kiliseler arayışında bulmuştur. Bunu da başarmıştır.
 
Sermayenin hedefi bellidir:
-Avrupa’’yı bir bütün haline getiren Katolik Kilisesi’’nin otoritesine son vermek,
-Hıristiyanlar arasındaki dil birliğini bozmak,
-Faize fetva veren bir Hıristiyanlığı yaymak ve
-Avrupa’’da sermaye ile mücadele edebilecek bir iktidarın oluşmasını engellemek için uluslaşmayı kışkırtmaktır’… 
 
Dinde reformun başlattığı süreç, saydığımız aşamaları geçerek baştan planlanandan daha başarılı sonuçlar vermiş ve Avrupa 1950’’ye kadar içindeki fiili savaşlara bir türlü son verememiştir. Avrupa’’da yüzyıllar sonra sükûnet sağlandığında koca kıtanın 300 milyona yakın sakini bütün özgürlüklerini kaybetmiş, kıta halkları özgürleşelim derken ücretli işçiler haline gelmiş, daha açıkçası müteşebbisi olmayan bir kıtaya dönüşmüştür. Ücretli olmayı ise kıta sakinleri ekonomik özgürlük olarak algılar hale gelmiştir. 
 
Avrupa’’nın ekonomik, sosyal, siyasal ve dini yapısı, dünyanın büyük bankerlerinin kontrolüne girdikten sonra o tarihlere kadar uluslaşma ile parçalanması kışkırtılan kıta devletleri ’“Çelik ve Kömür Birliği’” ile başlayan yeni süreçte birleştirilmeye çalışılmıştır. 
 
Avrupa kıtasında uygulanan ve oldukça başarılı sonuçlar veren stratejiler, gecikmiş bir şekilde Osmanlı Devleti’’ne de uygulanmış ve kısa sürede başarılı sonuçlar alınmıştır. Osmanlı Devleti’’nde Hıristiyan unsurlar bir yandan ticari kolonizasyonda partner olurken, diğer taraftan da Ortodoks halklar Protestan ve Katolik misyonerlerin mezhep değiştirme faaliyetlerinin etkisinde kalmışlardır. Osmanlı Devleti, Hıristiyanlar arasındaki mezhep propagandalarının cemaatlerin içinde yarattığı sorunlara ilgisiz kalmıştır. Dini milliyetçilik akımlarının öncülerinin mezhep değiştirenler olduğu geç fark edilmiş, bu kez de önlem alınamamıştır. 
 
Osmanlı Devleti’’nin sakin ve sadık tebaası, bu etkiler altında ayrı devlet olma mücadelesine girmişler ve kısa süre sonra rakip devletlerin diplomatik destekleriyle de birer ikişer devlet olmaya başlamışlardır. 
 
İşte Türkçülük, bu süreçte ortaya çıkmıştır. Henüz ayrılmayan Hıristiyan unsurların da elde tutulmasının zorluğunu gören kimi Müslüman aydınlar, Müslüman Türklerin gelecek projeksiyonu olarak Türkçülüğü kavramlaştırmaya çalışmışlardır. Bu arada bir başka akım da İslamiyet öncesi Türklüğe vurgu yaparak İslamsız bir Türkçülüğü kavramlaştırmaya çalışmıştır. 
 
Şimal ’– Kuzey Türklerinin öncülüğünü yaptığı Türkçüler ağırlıklı olarak Rus işgali sorununu yaşayan Müslüman Türklerdir. İslamsız Türkçülerin öncüleri ise İslam’’a sonrada katılmış Yahudi kökenli Doğu Avrupa milliyetçileri ve Osmanlı Devleti’’nin bir döneminde Müslüman olmuş ’“Mühtediler’”dir. Coğrafî bir tanımlama gerekirse genel olarak Selanik ekolü diyebiliriz. 
 
Türkiye fikir dünyası, İslamcı Türkçülerle İslamsız Türkçüleri ayıramamış ve bu nedenle de Türkçülüğün yakın tarihindeki ciddi sapmaları kavrayamamıştır.