GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Oya DEMİR
YAZARLAR
28 Haziran 2022 Salı

Yasemin kokulu sokak… Ve 'siz' yoksunuz…

Annemli babamlı o erken sabahlar 

Tüm yaşamımın belki en güzel şeyiydi 

Yatak örtülerinde sabah güneşi 

Ve sanki kardeşimiz olan eşyalar

Sakince açılıp kapanan bir kapı 

Bir masa, ağır başlı duruşuyla 

Yarı aydınlıkta, koridorda 

Aynadan, konsoldan yansıyan ışıltı

Şimdi bu erken sabah saatinde 

Acıtıyor kalbimi özlemle 

O sabah vaktin görüntüleri

Babamın güzel, ağır başlı yüzü 

Annemin azıcık hüzünlü 

Ve hep azıcık telaşlı gölgesi

O Erken Sabahlar”; Büyükada, Temmuz 2006 – Ataol Behramoğlu

Zaman akıyor, gelen, olduğu-olması gerektiği gibi geliyor (muş), zamansız gidenler günden güne artıyor, yine nedenleri anlamıyoruz. Her yeni günün neyi, nasıl getireceğini artık hiç bilmiyoruz. Her gün acı ya da tatlı yeni bir sürpriz sunuyor insanlığa. Dünya uykuda kalmaya devam etmekle, uyanmak arasında gidip gelen ve hiç bir şeyin farkında olmayan “mış” gibi yaşamlarla devam ediyor, ya da devam ettiğini, zamanı yakaladığını, hayatı anladığını sanıyor… 

Zamanı yakalamak zor, hatta imkansız, artık daha hızlı, çok ama çok hızlı akıyor. Gözümüzü açıp kapatıyoruz; bir gün, bir ay, bir yıl daha geçmiş, gitmiş. Akmayan, gitmeyen tek şey o gün, o an, o duygu… Bugün yine “O” gün.Sensiz”likten “sizsiz"liğe geçtiğimiz yasemin kokulu sokakta, biz sizi,  günden güne artan bir yoksunluk ile daha çok özlüyoruz.

Özlem artıkça, günleri saymanın nasıl çaresizlik olduğunu anladıysak, saymamanın da çaresizlik olduğunu anladığımız anlar yaşıyoruz artık. Solan çiçekler, mevsimsiz yağan yağmur, duyduğumuz bir söz, tattığımız bir yemek, aldığımız bir koku, eskiyen bir eşya, zamansız-ansızın hayatımızdan sonsuz yolculuğa uğurladıklarımız, insana insanlığı sorgulatan olaylar, aynaya baktığımız her an, andan uzaklaştırıp sadece o güne ve o ana götüren ufak büyük her şey, günden güne artıyor. 

 

Artanlar ve eksilenlerle birlikte anı anlamak, sorulara cevaplar bulmak, olanı biteni doğru fark etmek, her seye rağmen sevebilmek, mutlu olmak, iyiye-kötüye karşı doğru bir duruş sergilemek, “insana dair” ne varsa öğrenmek, öğrendiğini sanmak, ve öğrendiğin, keşfettiğin herseye rağmen ‘insan kalabilmek’ ya da “insanlıktan vaz geçmek”, değişimlere uyum sağlamak ya da sağlayamamak arasında devam ediyor hayat. Yasemin kokulu sokakta ise değişmeyen ve değişmeyecek tek şey o an, o duygu ve cevapsız sorular.  

Cevapsız sorular, acabalar, keşkeler, kendimizi kandırdığımız ufacık mutluluklar ile bugün, 3 ülke, 5 ayrı şehirde, yasemin kokulu sokakta; aynı yerde ve aynı andayız. “Seni-sizi” hala çok tarifsiz bir şekilde çok özlüyoruz. “Sensiz” 3468, “Sizsiz” 2285 gün-gece ve bitmeyen acı…

Ve ben aynı noktada, hala aynı şeyi yazıyorum, hala aynı şeyi soruyorum. Ne yapsak, neyi değiştirsek kalırdınız? Bugün siz nasıl olurdunuz? Neleri paylaşırdık? Anı nasıl yaşardık?Kalsaydınız, bizim hayatımızda neler daha anlamlı ve daha iyi olurdu. Biz hangi biz olurduk? Şu anda olduğumuz bizi, biz yapan siz, acaba başka hangi noktalara gitmemize yol gösterirdiniz? Bitmeyen sorular, bitmeyen sorgulamalar, bitmeyen arayışlar. Ve yine “gerçek" bir cevap yok…

İnsan çoğu zaman cevapları bildiğini sanıyor, o sandıkça, insan biliyorum dedikçe, artık başka şeye şaşırmam, yaşanacak ne varsa yaşadım dedikçe, Hayat; “dur! Bekle! Bak neler geliyor”, diyor. Seni cevapsız bırakan hayat, sessizliğini bozuyor. Daha çok soru soracağın, daha çok anlam arayacağın, daha öğrenmeye çalışacağın ama öğrenemeyeceğin, öğrenmedikçe tekrar ve tekrar kendinle karşı karşıya kalacağın ne çok şey var. Bekle, bekle gelecek olanı diyor. Beklerken, hazırlanmak mümkün mü? Nasıl hazır olur insan zamansız vedalara?

Hangi duygu ile vedalara, hangi özleme hazır olabilir insan? Gidenlerin özlemine, uzakta olanların hasreti karışmışken, bu kadar zaman geçmişken, yeni yeni özlemler, acabalar, keşkeler hayatımızı sarmalamışken, o duygu orada aynı şekilde, öylece dururken, mümkün mü anlamak olanları?  

3 ayrı ülke 5 ayrı şehir, yakında 4 ayrı ülke 6 ayrı şehir olacak, ve biz hepimiz ayrı bir yerde, kalbimiz yasemin kokulu sokakta, hazırlıksız yakalandığımız sizsiz yaşamı anlamasak da hala öğrenmeye uğraşıyoruz.

Sensiz / sizsiz evlerde, sesiniz, sözünüz, gülüşünüz olmadan, sizin dokunamadığınız ama hep sizinle olan sofralarda, buruk kahkahalarda, bazen bir müziğin notasında, bazen bir film karesinde, bazen bir şarkı sözünde, bir kitapta, bir kadehte, hem hep birlikte, hem kalabalıklarda çok yalnız, hayat yolculuğumuzu sadece sizsiz yaşamaya çalışıyoruz.

Süprizlere karşı ne yapacağımızı, almak zorunda olduğumuz kararları nasıl alacağımızı, yapmak zorunda olduklarımızı nasıl yapacağımızı, sorunlarla mücadele etmeyi, mutluluğu, mutsuzluğu, sevgiyi, hoş görüyü, olumlu ya da olumsuz olan pek çok şeyi kabullenmeyi öğrenmeye ve geleni bize öğrettiğiniz şekilde yaşamaya çalışıyoruz.

Yaşamaya çalışırken, durmayan zaman, bizi yine yeniden Haziran’a getirdi, yine o gün, ve şaka yapar gibi hiç açmayan yasemin ve begonvil yine çiçek açtı. Öğrendik ama, bu defa inanmıyoruz o yalancı açmaya. Öğrendik, sadece bu bir kaç gün açıyorlar ve sonra yine soluyorlar…

Hava yine yağmurlu, yine kendimizi kandırıp fesleğen alacağız. Yine o kokular ile biraz avutacağız kendimizi, yine kadeh kaldıracağız size, yine hoş anıları paylaşacağız o en sevdiğiniz sofraları kurup. Birlikte yeni anılar biriktireceğiz, sizi hatırlatan pek çok şeye bakacak ve gülümseyeceğiz.    Umuda, hayatın getirdiği ikinci şanslara, yeni başlangıçlara tutunmaya çalışmaya devam edeceğiz.

Tutunmaya çalıştığımız herseye ve herkese rağmen yasemin kokulu sokakta biz artık biliyoruz. “o an", o bitmeyen “özlem” hiç değişmiyor. Acaba, zamansız sizi bizden alan hayat biliyor mu? Yokluğunuzla günden güne eksilirken, acı zamanla azalır diyenlere inat, eksildikçe daha çok özlediğimizi, cevap alamayacağımızı bile bile daha çok sorular sorduğumuzu, hala aynı noktada mantıklı ve anlaşılır bir cevap beklediğimizi biliyor mu acaba?

Ya da acaba bir gün hayat anlar mı? Yasemin kokulu sokakta başlayıp, ard arda hastane kokulu, renksiz, ruhsuz odalarda iki kez kaybettiğimiz mücadelemizde, ilk gün, ilk an neyse, 74. gün 500. gün , 3468. Gün,  2285. gün hep aynı…

Hayat, cevapsız sorular, bulunamayan anlamlar ile hep gittiğin/gittiğiniz “an”da. Zaman, bütün eksikleri ile sadece  “O gün ve O an”… (2 Mart 2016, 28  Haziran 2013)…