GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
20 Ekim 2011 Perşembe

Uyan Türkiye!

Acımız çok taze… Yüreğimiz kanıyor. Devleti temsil edenler bayat beylik laflarla günü kurtarmanın derdinde… Muhalefet cephesinde de çatlak sesler var. Eyyamcılık o cenahın da dilinde… Medyanın önemli bölümü ‘at gözlükleriyle’ baktıkları meseleye kendilerinde ‘boyut’ kazandırmaya çalışıyor. Kimi Ordu’yu hedef almış kimi siyasi iktidarı…
Vatandaş ise sözün bittiği yerde… İsyanını dışa vururken gözyaşını içe akıtıyor.
İktidara yakınlığıyla bilinen bir gazete bugün orduyu hedef gösteriyor.
‘Yanıt bekleyen sorular’ başlığı altında TSK’nın istihbarat zafiyetine dikkat çekip, ‘bir ihmal mi var’ sorusunu gündeme taşımış. Aynı gazetenin yaklaşık iki yıldır Ergenekon, Balyoz, Andıç gibi meseleleri kaşıyıp Ordu’nun üst kademesinin önemli bölümü Silivri’ye tıkan savcılara yol gösterdiği de biliniyor. Başka bir gazete, (hükümet karşıtı) tek sorumlunun hükümet ve Başbakan Erdoğan olduğu görüşünde…
Ünlü kalemler şehitlerimizi taşımış köşelerine… Kimine göre ‘açılım’ kimine göre TSK, kimine göre hükümet kimine göre BDP sorumlu. Meseleye tek bir pencereden bakılmış, hamasi nukutlar atılmış…
Bütün bunları neden anlatıyorum? Çünkü Türkiye’nin artık hiçbir konuda tek yürek, tek ses olamadığını üzülerek görüyorum da ondan. Herkesin derdi bağcı dövmek! Önyargılarımızla gizlendiğimiz mevzilerden ateş ediyoruz.  24 vatan evladının cenazesi kaldırılmadan iç hesaplaşma süreci başlıyoruz. Tahammül, itidal, insaf denen kavramlar bu kadar uzak mı artık bize?  Öyle uç noktalara konuşlanmışız ki… Terörle mücadele gibi birinci derece mühim bir konunun etrafında bile aynı duyguları, düşünceleri paylaşamıyor, önyargılarımızdan kurtulamıyoruz. Maalesef ve mateessüf!  
Evet. Tabi ki TSK’da zafiyet varsa bunun hesabı sorulmalı. Ya da hükümet de gerektiğinde hesaba çekilmeli. Ama önce birlikte yapmamız gereken daha öncelikli, daha önemli şeyler yok mu? Şehitlerimizi toprağa ermek, acıyı birlikte yaşamak, paylaşmak gibi…
Yeni değil Türkiye’nin 30 yıldır kanayan yarası terör! Kimi rakamlara göre 30 kimine göre 50 bin insanımızı bizden almış bir lanetin adı terör. Her siyasi iktidar bu sorunu çözmek, bu sorundan kurtulmak ister. İstediler de!
Bölücübaşı Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi değil miydi Karaoğlan’ı 75 yaşında Başbakanlık koltuğuna oturtan? Ya da Eski Başbakanlardan Tansu Çiller’in ‘Bu terör ya bitecek ya bitecek’ sözünün arkasına takılmadık mı hep birlikte? Özal’dan bu yana kaç başbakan kaç hükümet eskitti eli kanlı terör.
Mesele çok karışık! Çok bilinmeyenli bir denklem bile az kalır yanında. Önce yok saydık! Dağda gezen 3-5 mikaplı çocuk dedik terör örgütüne… Sözde terör örgütü diye başladık haberlerin ilk satırına… Sonrasında silahla yapılan çetin/ağır mücadeleler... Sonuç alamadık tabi ki. Ne silahlı mücadeleden sonuç alabildik ne de yakın geçmişteki ‘açılım’ denemelerinden...  Ne AK Parti, ne DSP-MHP-ANAP koalisyonu ne REFAH-YOL hükümeti, ne Demirel ne Özal çözebildi?
Çünkü tıpkı bugünkü gibi hep tek bir noktadan baktılar. Çoğu zaman fotoğrafın büyüğünü kaçırdılar.  İşte açılımın yıldönümünde olanlara bakınız. Habur rezaletini içine sindiremeyen bu millet, Habur’un yıldönümünde yaşadıklarıyla iyiden iyiye yıkıldı.
Öyleyse ne yapmalıyız?
Naçizane fikrim öncelikle birlikte hareket etmeyi öğrenmeliyiz. Bir milleti millet yapan birlikte hareket etme kabiliyetidir. Siyaseten, ideolojik olarak ayrı durabiliriz.  Ama bazı konularda tek yürek olabilmeyi öğrenmeliyiz artık. Gün birlik-beraberlik günüyken orduyu yıpratmanın ne âlemi var sorarım size? Eğer bir zafiyet varsa dünkü olaylarda, TSK’nın içinde bulunduğu moralsizliğin etkisi yok mu bunun bir tarafında… TSK personelinin neredeyse tamamı tedirgin?
‘Sıra ne zaman bize gelecek, bizi hangi davadan içeri alacaklar’ sorusunun yarattığı korku ve endişe yüzünden moralsiz… TSK’nın deyimiyle linç kampanyası ve yargısız infazlar ordunun birlik ve bütünlüğünü zedelemiş durumda.
Son 3-5 ayda 100’ün üzerinde personelini teröre kurban vermiş orduya yönelik yıpratma kampanyası ne kadar yanlışsa faturayı sadece hükümete kesmek de o kadar yanlış. Bu hükümet de kendince bir yol tutarak sorunu kökten çözmek için çaba sarf etti. Ama beceremediler, başaramadılar. Herkesin bildiği ‘Terör sorununun’ adını değiştirerek yumuşatan, ‘ortada bir Kürt sorunu var’ diyerek geçmişe sünger çekmeyi göze alan bizzat Başbakan Erdoğan’ın kendisiydi. Hem de terörün başkenti Diyarbakır’dan…
Bir Irak ziyareti öncesi ‘Çok büyük, tarihi bir fırsat yakaladık’ diyerek tartışmalı ‘açılım’ sürecini başlatan da 24 şehidin verildiği karakolu 5 gün önce, asker parkasıyla ziyaret eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den başkası değildi.
İmralı’yla resmen görüşmek gibi siyasi intihar sayılacak bir hamleden bile kaçmadılar.
En sonunda sözün bittiği, bıçağın kemiği geçtiği noktaya gelindi. Taa en başa dönüldü.
Açılım süreciyle birlikte yakalanan fırsat (her neyse) kaçırıldı. Yaz başından itibaren (12 Haziran seçimlerinden sonra) yeniden silaha sarılan kalleş terör ya mayın döşeyerek ya gece yarısı uzun namlulu silahlarını gencecik fidanlarımıza doğrultarak anaları, bacıları, geride kalan eş ve çocukları ağlatmaya başladı. Ve utanmadan bunun adına ‘savaş’ diyor, diyebiliyorlar. Kalleşliğin adı ne zaman savaş olduysa…
Birkaç noktada uyanık olmamız gerektiğini düşünüyorum. Son saldırılar da göstermiştir ki sorunun adı Kürt değil bölücü terördür, yarattıkları ‘derebeylik’ düzenini devam ettirmek isteyen ve bunun için asker, polis hatta kadın/bebek demeden, gözünü bile kırpmadan katleden PKK’dır. Başbakan Başta Erdoğan olmak üzere herkesin şapkasını önüne koyup yeni bir yol haritası çıkarmaktan başka çaresi kalmamıştır. Son süreçte artan saldırıların nedenlerine gelince;
Başta İsrail ve de halkı tarafından köşeye sıkıştırılan Suriye Lideri Esat olmak üzere Türkiye'nin son süreçte çıkarını zedelediği her türlü dış faktör unutulmamalıdır. Hatta saldırı emrinin Suriyeli Bahoz Erdal'dan geldiği düşünülürse son olayda Esat faktörü daha da öne çıkmaktadır.
Terör örgütünün şehir yapılanması KCK’ya yönelik operasyonlar belki bu süreçte dış faktörler kadar önemlidir. Amaç KCK operasyonunlarından Türkiye'yi vazgeçirmek, geri adım attırmaktır.  Çünkü  BDP’li belediyeleri köşeye sıkıştıran operasyon örgüte aktarılan kaynakları kuruma noktasına getirmiştir. Kuzey Irak’a yönelik ‘temizlik’ operasyonunu için geçen hafta Irak Dışişleri Bakanı Zebari üzerinden verilen ültimatom da artan saldırıların nedenlerinden biridir.  Anlaşılan odur ki kanlı örgüt operasyon iradesini kırarak Irak’taki inlerinde rahat bir kış uykusu çekmek istemektedir. Ve tabi ki kopma noktasına gelen ‘açılım’ süreci… Bu süreci ‘Kürt kökenli vatandaşlarımızı fiilen yanlarına çekma fırsatı olarak gören kanlı örgüt, işi yerel halkın camisini, cumasını değiştirmeye kadar götürmüştür.
Kanlı yüzünü son günlerde sık sık gösterdiği için foyası meydana çıkan terör örgütü açılım sürecinde yakaladığı bölgesel halk desteğini de kaybetme noktasına gelmiştir. 
Pek çok Kürt kökenli yurttaş sosyal medya üzerinden örgütlenip ‘Benim yerine/adıma öldürme’ sloganıyla bölücü örgütün kanlı eylemlerini kınamaya başlamıştır. İnanıyorum ki devlet varlığını hissettirdiği an bölge halkının önemli bölümü tercihini örgütten değil devletten yana yapacaktır. KCK operasyonlarıyla kentlerde darbe yiyen, Kuzey Irak’a yönelik temizlik operasyonu korkusuyla köşeye sıkışan terör örgütü bugün infial yaratacak intihar eylemleriyle Türkiye’ye ‘ayar’ vermeye çalışmaktadır.
Tabi ki Türkiye’nin son dönem dış politikası nedeniyle çıkarları zedelenen bilindik ülkelerin taşeronluğunu yaparak...
Ama bu terör ne pahasına olursa olsun bitirilmesi gereken bir sorundur.  Tabi ki önce bunun için yeni bir yol haritası şart!  Akla mantığa uygun, sapla samanı ayıran, herkesin ‘evet’ diyebileceği hatta yerel halkın bile destekleyeceği yeni bir yol haritası… Bizlere düşense bu kararlılığa omuz atmaktır. Sade vatandaşından sivil toplum örgütlerine, medyasından, siyasetçisine kadar herkese düşen bence budur.
Bunu başardığımız gün terörü bitirdiğimiz gün olacaktır.O nedenle 'uyan' ve 'uyanık kal' Türkiye!