GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Harun ÖZDEMİR
YAZARLAR
16 Kasım 2015 Pazartesi

Ulemanın İslâm’ı temsil sorunu

Kanuni döneminde Osmanlı Medreselerinde felsefe, matematik ve fen bilimler zorunlu ders olmaktan çıkarılmıştı. 4.Murat dönemine gelindiğinde dönemin entelektüeli Kâtip Çelebi, şeyhülislamlık makamına 3 soru yöneltiyor, arazi paylaşımı ile ilgili. 2 soru yanıtlanıyor, birine ise yanıt verilemiyor. Kâtip Çelebi’nin yalancısıyım, dediğine göre, verilen iki yanıt da yanlıştı!
 
Bugün olduğu gibi Osmanlı Devleti döneminde de her türlü ilim irfan ve unvan, dünyevi beklentiler için yapılıyordu. Bir ilim zorunlu değilse, ne kadar gerekli olursa olsun öğrenilmezdi. Sadece Devletin emrettiğini tahsil eden ulemanın bir tek amacı vardı, o da dünyevi makamları elde etmek için “ilm-i siyaset”in gereğini en acımasız şekilde icra etmekti. Hile, desise, iftira, ihbar, en yakınına maddi ve manevi zarar vermek, halka her şeyi haram sayıp kendisine helal eylemek… vaka-yı adiyedendi.
 
Emri Allah’tan almayan her kim ise, amirin emrini Allah’ın emrinin üstünde tutuyorsa… kendi sonunu rezilliğe hazırladığı gibi onları adam sananları da yanlarına alıp birlikte “… ilâ cehenneme zümerâ…”ya yolcu etmiştir.
 
Riyakâr ulemanın yaptıklarına son vermek gerekiyordu, ama ne mümkün! Cahil bırakılmış halkı, ateşli vaazlarıyla kolayca sokağa dökebilen ulemaya güç yetirilemiyordu. Sonunda Saray çözümü, medreseleri kendi haline bırakmakta buldu ve Medreselerde hiçbir yenilik yapılmadı!
Yenilikleri ise askeri mühendislik ve askeri tıp okullarında başlattı. Her düzeyde ve konuda modern yerli ve yabancı okullarla da devam etti! 
 
Çürüme o boyutlara varmıştı ki, dünyayı sarsan matematik ve fen bilimler ve bu bilimlerin yarattığı teknoloji karşısında “Bu bilimler de neyin nesi!” diye merak eden bir medrese çıkmadı. Entrikanın her türlüsüne aklı eren ulemanın, matematik ve fen bilimleri öğrenmeye tenezzül etmemesi, anlaşılır bir durum değildi.
 
İstanbul ulemasının cehaletinin farkına varan Kürt Mollaların, Payitahta gelip Türkçe öğrenmeden kısa zamanda bilge pozisyonu almaları da kimseyi uyandırmadı.
 
İslâmî ilimleri ve Müslümanları temsil makamında bulunan ulema hakkındaki gerçek hükmü, iyi veya kötü, Mustafa Kemal Paşa verdi.
 
Paşa Hazretleri 3 Mart 1924’te Tevhîd-i Tedrisat Kanunu ile İmam Hatip Okullarını açarken, zorunlu dersler arasına felsefe, matematik ve fen bilimleri de aldı. Fakat matematik ve fen bilimler Daru’l Fünûn İlahiyat Fakültesi müfredatına alınmadı. Felsefe, sosyoloji ve psikoloji dersleri ile yetinildi. Bu okullar 1949 yılında tekrar açılırken de herhangi bir değişiklik yapılmadı.  
 
Medreselerin yerini alan İlahiyat Fakültelerinde beklenen gelişme olmadı. Devlet ricali her gelişme gibi İHO ve İlahiyat Fakültelerini de yakından izliyordu.
Ne yazık ki, gelişme sıfırdı; durum Osmanlının da gerisindeydi!  
 
Çünkü İmam Hatip Okullarının müfredatında yapılan yenilikler, İlahiyat Fakültesi’nin duvarına çarpıp geri dönüyordu. 1949’dan sonra sayıları hızla artan İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakültelerinden bekleneni alamayan devlet ricali sonunda teşhisi koydu:
 
Sorun İslâm’daydı; Müslümanların bir suçu yoktu! İslâm’ın emretmediğini kimse ulemaya öğretemezdi!  
 
***
 
21.yüzyıldayız…
Türkiye’de her konu tartışılmakta ama İlahiyat Fakültelerinde matematik ve fen bilimler neden okutulamaz, bunu kimse tartışmamakta.  
Üniversite sınavlarında İmam Hatip Liselerinin, fen bilimler ve matematik ağırlıklı bölümlerde Türkiye birincileri çıkarması da kimseyi uyandırmamakta!
Uyku o kadar derin ki!
Dikkatler o kadar ilimden ve İslâm’dan uzaklaşmış ki!
Ne yazık ki, İHL’lerde öğrenilen matematik ve fen bilimler, İlahiyat Fakültelerinde bir güzel unutturulmakta ve bu durum kimsenin vicdanını sızlatmamaktadır!
 
***
 
Vatikan’la ve Oryantalistlerle 100 bini aşkın personeliyle rekabete kalkışan Diyanet ve sayısı yüzü aşan binlerce akademisyenli İlahiyat Fakülteleri, hala dünyanın nereye gittiğinin farkında değil! Aralarından Allah’tan talimat alan bir kişi de çıkmadığına ve kanunlar da matematik ve fen bilimleri öğrenmeyi emretmediğine göre geriye bir tek şey kalıyor:
İlm-i siyaset”in imkânlarından sonuna kadar yararlanıp dünyevi bir makam ve mevki için her yolu denemek!   
 
***
 
Vatikan’da işlerin nasıl yürüdüğünü az çok bilen biri olarak yazıyorum:
Sıradan bir rahip ilahiyat, fen bilimler ve felsefe alanında en az üç bölüm bitirir! Bildikleri yabancı dilleri yazmıyorum!
Bizimkiler hangi konuda Vatikan’la rekabet edecekmiş, Allah aşkına?
Lüks yaşama konusunda mı?!!!