GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
14 Temmuz 2016 Perşembe

Türkiye’nin ruh hali…

İzmir’den çıkmış seçkin bilim insanları arasında çok özel bir yeri olan Prof. Dr. Yankı Yazgan geçtiğimiz gün Göztepe Rotary Kulübü’nün olağan toplantısında konuşmacı konuktu. Yazgan’dan “Türkiye’nin Psikolojisi” başlıklı bir konuşma rica etmiştik. Aslında bizim ondan istediğimiz, memleketin geçmekte olduğu süreçlerde ne halde olduğunu anlatmasıydı…

Ancak sadece üç gün önce Birgün Gazetesi’nin Pazar ekinde kaleme aldığı yazı, “Türkiye’nin Psikolojisi” üzerine birçok soruya yanıt verebilecek nitelikteydi… Yazgan’ın yazıları hafta sonları kaçırmadığım dört-beş yazarın yazıları ile koşut önemde benim için… Musa Dede, Feridun Nadir, Sıtkı Şükürer,

Yazgan, “içinde olduğumuz koşulların anlaşılması ve açıklanmasının psikoloji ve beyin bilimlerini bir yerde ‘aştığı’nı yıllar içinde sıkça söylemiş olduğumu da hatırlatmalıyım” diyor. Ve ekliyor: “Kendi alanımdaki bilgilerle açıklanma denemesini hak eden durumlar az da değil. Bunu yapıp toplumsal hayatta rol alan insanları anlamaya, davranışlarına bir anlam yakıştırmaya çalıştığımda ve anlaşılması için bir çerçeve oluşturabildiğimde, bu sefer, yaptığım iş durumu meşrulaştırmak, bir yanlışı kabul edilebilir kılmak olarak görülebilir. Karışık bir durum.”

Yankı Yazgan’ın yazısından yapacağım alıntılar bize yaptığı söyleşinin de ana hatlarıydı:

HEP AYNI ŞEYLER Mİ?: Olan biten hakkında son 7-8 yıl içinde yazmış olduklarımı tarayınca hep aynı şeyleri yazıp söylemiş olduğumu (söylüyorlardı, yok canım diyordum, ama bu sefer kendi gözlerimle) gördüm. Söylediklerim hep aynı diye hayıflanmak yerine ‘olanlar hep aynıysa her seferinde yeni ne söyleyebilirim ki’ diye kendimi savunmaya geçtim!

ANLAMAYA ÇALIŞMAK BAŞKA ANLAYIŞ GÖSTERMEK BAŞKA: Toplumumuzda yaşanan şiddet, ayrımcılık, eşitsizlik vb olayları psikolojiden ve beyin bilimlerinden yararlanarak anlamaya ve açıklamaya çalıştığımızda, bunu olaylara anlayış göstermek olarak görenler oluyor. Oysa, anlamak ile anlayış göstermek arasında büyük fark var. Örneğin, güçlünün güçsüze şiddetini mazur göstermeye çalışanların bu davranışını anlamaya çalıştığımızda ikna edici olabilecek bir çok açıklama (güçlünün yaşam öyküsündeki şiddetin etkileri, güçsüzün bu durumu ‘seçtiği’ gibi) bulabiliriz. Açıklamayı davranışı haklı kılan bir mazeretten ziyade, davranışı anlamayı ve değiştirmeyi amaçlayan bir bakış olarak görmeliyiz.

BECERİKSİZLİK VE SEBEB SONUÇ İLİŞKİSİ: Her beceriksizliğin bilerek ve planlı yapıldığını sanmak, insanların tek tek yetersizliklerinin bir çok trajik olayın kolaylaştırıcısı olabildiğini unutmak yaşananların sorumlularını ararken düşülebilecek bir hata. Sebep sonuç ilişkisi kurmak, insanların bebeklikten başlayarak dünyanın karmaşıklığını anlayabilmek için geliştirdikleri bir yeti. Örneğin, bir kapının birisi itince kapandığını gören çocuk, rüzgar estiğinde (ve ortada kimse olmadığında) çarpan kapıyı kimin kapattığını anlamaz, ama kapatan kişiye ilişkin tahminlerde bulunmaya başlar. Tahmin kapasitesi (yaklaşık 4 yaşına kadar) daha önce kapıyı kapattığını gördükleriyle sınırlıdır.

YETİŞKİN AKLI: Yetişkinlerin de çoğu zaman akılları bir çocuktan çok farklı değildir. Örneğin, terör, Brexit ya da çevre olayları hakkında açıklamalar geliştirirken herkesin inanabileceği sebep-sonuç ilişkileri kurup toplumu buna inandıranlar tartışmayı bitiriyor.

MANTIKLI OLAN HER ZAMAN DOĞRU MUDUR?: Hiç bir olayın tek bir açıklaması yoktur, ama, bizim aklımız da birden fazla sayıda açıklama ile karışır. En ‘akla yakın’ ve ‘mantıklı’ olanı kabul eder. Açıklamalarımızın akla yakın ya da mantıklı olması doğru ya da hakiki olduğu anlamına gelmeyecektir.

ŞENLİKSİZLİLİK: İçinde olduğumuz ruh hâlini tek bir kelimeyle tanımlamak herhalde imkânsız. Ancak durumu tanımlayıcı kelimeleri aramanın kendisinin bile bir farkındalık arttırıcı etkisi olacaktır. Bir tanesi şenliksizlik olabilir. Şenliksizlik, yaşam enerjisinin yokluğunun bir ürünü. Şenliksizlik yastan ya da neşesizlikten ibaret olmayan korku, üzüntü, sıkıntı, gerginlik gibi birçok duygunun bir arada olduğu, “yolunu izini kaybetmişlik” hâli… ‘Bu hengâmeden nasıl çıkılacak?' sorusuna yanıt veremediğimizde, tekinsiz, belirsiz bir durumda, bir yarın’ımız yokmuş gibi hareket ettiğimizde, korkuya hayatımızı teslim ettiğimizde şenliğe yer kalmıyor.

KORKUYA ESİR OLMAK: Korkunun zihnimizi, aklımızı esir almasıyla beraber insan olarak yapabileceklerimiz, yaratıcılığımız, buluşçuluğumuz, merakımız âdeta duruyor. Ortaya çıkartmaktan mutlu olacağımız, üretimini kutlayacağımız fikir, ürün, buluş olmayınca, neyin şenliğini yapacağız ? Toplum olarak yaşadığımız barışsızlığın, bu barışsız hâlin yarattığı korku ikliminin, bu iklimin kasvet ve şenliksizliğinin bedellerinden birisi üreticiliğimizi ve yaratıcılığımızı yitirmek. Korkudan kurtulmak için her şeye razı hâle gelmek ise ömrümüzü ziyan ettik duygusunu, ziyan’ın hüznünü derinleştirmekte.