GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
23 Eylül 2011 Cuma

Muhteşem Süleyman ve kibrinden dübürü görünenler…

Muhteşem Yüzyıl’ın kudretli padişahı Sultan Süleyman’ın Mahoç zaferini konu edinen sahnesi de vardı dün akşam dizinin yeni bölümünde.
Kanuni’nin, Mohaç Meydan Muharebesi zaferi sonrası ‘kibrini yenmek için’ boş bir mezara girmesi sahnesi….
İç sesinden duyduğumuz, “Nefsini öldür, yoksa o seni öldürür. Kibrini yen Süleyman. Her firavunun Musa’sı, her şerrin bir nuru vardır. İman et, hatırla, vücuda geldiğin hali ve gideceğin son mertebeyi unutma. İşte o zaman cennetin kapıları açılacak sana. Vicdanın senin kıblendir Süleyman, kaybetme” laflarının ardından Kanuni’nin mezarın içinde yatışını gördüğümüz sahne; her ne kadar olayın kurgu olduğunu bilsek de etkileyiciydi, vurucuydu.
Savaş meydanından zaferle ayrılan Kanuni Sultan Süleyman’ın kendi içindeki savaşa yönelmesi… 
İçine kibir girenleri, o kibirle yapılanları/yapılamayanları,
Seçilmiş/atanmış iktidar sahiplerini düşündürttü bana da.
İktidarla kibrin kardeş olduğunu, hatayı sıfıra indirmek ve iktidarın ‘gerçek ve kalıcı olması için’ insanın mutlaka içindeki kibri yok etmesi, yok etmek için savaşması gerektiğini…
*
İçindeki ruh terbiyesini inancı doğrultusunda yapan, tahtında oturmaktansa sonunda döneceği yeri hatırlamak için mezara yatan, zarar vereceğini bildiği kibri yok etmek için kendisine ‘ölümlü olduğunu’ hatırlatan Kanuni’den, liberalizmin teorisyeni Lord Acton’un çarpıcı tespitine geçtim sonra:
“ İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar.”
Arapça kökenli, ‘kudret’ten türemiş; erk, kifayet, kudret, taç ve teokrat’ın eş anlamlısı bir kelime olan iktidarın kibirle kardeşliğine ilişkin, uzun süre önce okuduğum dikkat çekici bir yazıyı da hatırlattı ‘Muhteşem Yüzyıl’ bana..
“Kibir sendromu; iktidarın kibri mi, kibirlinin iktidarı mı?” başlığıyla Beyin (Brain) adlı prestijli bir bilim dergisinde çıkan yazıda, Lord David Owen ve psikiyatr Jonathan Davidson, yeni bir ‘kişilik bozukluğu’ tanımını yapıyorlardı.
Yazarlar, bu kişilik bozukluğunun olağan koşullarda ortaya çıkmadığını, ancak iktidar olan özellikle politik liderlerin bu kişilik bozukluğuna yakalanma risklerinin yüksek olduğunu savunuyorlardı.
Politik liderlerin özelliklerinin, onların politik başarılarının olduğu kadar diktatörleşmelerinin de zeminini hazırladığı düşüncesinde olan yazarlar; “karizma, risk alma becerisi, aşırı özgüven, geniş vizyona sahip olma” gibi özelliklerin politikacıları lider haline getirdiğini ama aynı karakter yapısının bileşeni olan “ölçüsüz özgüven, sonuçları gözetmeyen dürtüsel kararlar, öneri ve eleştiriye kulak asmama, pervasızlık” gibi özelliklerin politik liderlerde “kibir sendromu” olarak adlandırdıkları bir karakter bozulmasına yol açabildiğini düşünüyorlar.
Son yüzyıldaki ABD başkanları ve Britanya başbakanlarını kendi geliştirdikleri Kibir Sendromu tanı ölçütlerine göre değerlendiren yazarlara göre; örneğin George W. Bush, belirgin bir şekilde Kibir sendromuna uymakta.
Richard Nixon, John F. Kennedy, Lyndon Johnson’da ise kibirlilik, hastalık derecesinde olmasa da vardı.
Benzer şekilde Lloyd George, Chamberlain, Thatcher ve Tony Blair’i, Kibir sendromuna yakalanan başbakanlar olarak değerlendirilen Owen ve Davidson, bu sendromun onlarda doğuştan değil, sonradan gelişen bir rahatsızlık olduğunu belirtirken… Bu liderlerde özellikle narsistik kişilik özelliklerinin bulunduğunu, dolayısıyla bir yatkınlıkları olduğunu da ifade ediyorlar.
Tanımladıkları Kibir Sendromu’nun ‘doğuştan’ değil genellikle ‘iktidara yerleştikten’ bir süre sonra (1- 9 yıl sonra) ortaya çıkabildiğini savunan yazarlar, Kibir Sendromu tanı ölçütlerini de şöyle açıklıyorlar:
 
1. Dünyayı öncelikli olarak güç gösterisi ve zafer arayışının arenası gibi görmeye yatkınlık
2. Kendi imgesini zenginleştirmek için, kendisini hep iyi gösterecek durumlarda bulunmaya eğilim
3. İmaj ve görünümle ilgili orantısız kaygı
4. Gündelik etkinliklerinden mesihvari bir tarzda bahsetmek ve yüceltilmeye yatkınlık
5. Kendisiyle ulusu ya da kurumu özdeşleştirmek, kendi bakışı ve çıkarlarıyla ulusun/ kurumunkini özdeşleştirmek
6. Kendisinden üçüncü tekil şahıs zamiriyle ya da “biz” diye söz etmek
7. Kendi yargılarına aşırı güven ve başkalarının öneri ve eleştirilerini küçümseme
8. Kendisinin her şeyi kişisel olarak başarabileceğine dair kadiri mutlaklık hissi ve abartılmış kendine inanç
9. Kendisinin çevresindeki fanilere ya da halka değil, tarih ve Tanrıya hesap vereceği inancı
10. Tanrı ve tarih karşısında haklı bulunacağına dair sarsılmaz inanç
11. Sıklıkla artan bir yalnızlaşmanın eşlik ettiği gerçeklik duygusunun kaybı
12. Huzursuz acelecilik, pervasızlık ve dürtüsellik
13. Ahlaki doğruluğu pratiklik, bedel ve sonuçların değerlendirilmesini önlemek için kullanma
14. Kibirli yetersizlik; kendisine aşırı güvenen lider, politikanın girdisi çıktısı hakkında kafa yormadığından işler yolunda gitmemektedir.
 
Tanı için bu 14 özellikten ‘en az üçü’nün liderde olması ve bu en az üçten, en az birinin koyu puntolu özelliklerden biri olması gerektiğinin de aynı yazarlar tarafından dipnot olarak düşüldüğünü belirtelim..
*
 
Dışardan bakıldığında güçlü olana özgü bir halmiş sanılan, oysa özgüvenin kof olduğunun en açık göstergesi olan kibir; ona kapılanın artık ‘kimseyi dinlemeyen, bırakın eleştiriyi, öneriye bile hiddetlenen, düşünmeden eyleme geçen ve sonsuz bir kabul beklentisiyle örülen bir iktidarsızlık hali’nin örtüsüdür özetle bana göre de…
İster geneldeki, isterseniz yereldeki iktidar örneklerine…. Ekranlarda, gazetelerde, çevrenizde bol bol boy veren ‘kudret’lilere bakarsanız eğer…
Mebzul miktarda göreceksiniz, kibirinden dübürü görünenleri…
En başa, kibrini yenmek için boz mezara giren Sultan Süleyman’a dönersek yeniden…
Memlekette o kadar boş mezar yeri bulabileceğimizden emin değilim doğrusu. Bu yüzden…