GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
13 Ocak 2014 Pazartesi

Eğer ki gelmeler topraktan ise…

Genel manzaraya baktıkça içimiz kararıyor.
Tekme tokatlı ‘Adalet’ mücadelesinin verildiği TBMM’den, günü birlik politik manevrasında üste çıkmak için milletin gözünün içine baka baka yalan söylemekten çekinmeyen mütedeyyin, muhafazakâr politikacılara kadar bir dizi nahoş görüntüye maruz kalıyoruz. Kendine muhafazakâr diyen gazetelerin/gazetecilerin yazdığı/söylediği yalanlar buradan aya 4 şeritli yol olur. Düşünebiliyor musunuz?
Ana-avrat galiz küfürler ediliyor Yüce Meclis’in çatısı altında... Türkiye’nin bir küfür ansiklopedisi olsa her yıl yeni bir cilt eklenir TBMM tutanaklarından.
Milli irade biraz küfür biraz tekme, biraz yumrukla tecelli ediyor şu günlerde.
Sadece konuşmak isteyen birine uçan tekmeyle müdahale ediliyor.
Konuşmaktan neden korkuyorsunuz ki!
Konuşandan neden korkuyorsunuz?
O konuşsun ardından siz de konuşun…
Kıyamet mi kopar. İktidarınız mı sallanır?
Ne olur? Neden bu denli tahammülsüzlük…
Ne zaman bu denli mağrur bu denli mütehakkim oldunuz? 
Geçtiğimiz Cuma akşamı, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nde mezun olduğum Ege Üniversitesi’nin düzenlediği özel gecenin berbat edilmesinin de nedeni aynıydı.
Konuşandan duyulan rahatsızlık…
Bir İzmir milletvekilinin bütün salonun tepkisini almayı da göze alarak kürsüdeki konuşmacıya orantısız müdahalesi, bir çuval inciri berbat etmeye yetti. Keyifli başlayan bir gece protestolarla sona erdi. Keyifler kaçtı.
Aynı manzarayı bir gün sonra TBMM’de hem de Adalet Komisyonu’nda küfürbaz vekil Zeyit Aslan’ın uçan tekmesiyle noktalanan toplantıda da yaşadık.
Bize neler oluyor ağalar, beyler, bayanlar… 
Aynı toplantıda hanım vekillerin de birbirine girdiği belirtiliyor.
Konuşandan, konuşmacıdan neden bu denli rahatsızlık duyuyoruz?
İzmir’in Vekili Rıfat Sait’in Gazeteciler Günü’nde Basın İş Sendikası Genel Başkanı sıfatıyla konuşan Yakup Akkaya’ya müdahalesiyle Zeyit Aslan’ın Adalet Komisyonu’nda konuşmak isteyen Yargıçlar Sendikası Başkanı Eminağaoğlu’na müdahalesi arasındaki tek fark uçan tekmedir.
Ödül alacağım o geceyi terk etmeme neden olan nobranlık, sataşmayla başlayıp neredeyse fiili kavgayla sonuçlanacakken İzmir’in demokrat iklimi, kentin tahammül katsayısının yüksek oluşu olayların ‘uçan tekme boyutuna’ gelmesini engellemiştir.
Oysaki AK Parti’nin cebinde sarı basın kartı taşıyan çok sayın milletvekili aynı zamanda CHP Genel Başkan Yardımcısı da olan Yakup Akkaya’nın Gazeteciler Sendikası Başkanı sıfatıyla yaptığı o konuşmayı sonuna kadar, sabırla dinlemiş olsaydı,
Burada siyaset yapamazsın. Sen de kimsin? Ben İzmir’in vekiliyim nobranlığına düşmek yerine Akkaya'dan hemen sonra söz isteyip İzmir’in vekiline ve de misafirperverliğine (Yakup Akaya kent dışından bir misafirdi çünkü) yakışır bir konuşma yapabilmiş olsaydı,
emin olun salondan en az Akkaya kadar alkış alabilirdi. En azından salonun yüzde 80’i tarafından ‘yuhlanmaz, protesto edilmez’ gecenin ev sahibi rektör dâhil onlarca gazeteciyi kaçırmazdı. 
Oysaki Rıfat Sait vekil olmadan önce bu denli hoşgörüsüz, kaba biri değildi. İnsanları susturup, ‘Sen kimsin ki’ naraları atan değil muhalefet temsilcileriyle kol kola balkanlarda tur atan yeri geldiğinde muhalefet temsilcilerine de övgü yağdırmaktan çekinmeyen bir yapıdaydı. Ne oldu da aynı Rıfat Sait 2,5 yıllık mebusluk hayatında kürsüdeki misafir konuşmacıyı susturan birine dönüştü? Öncelikle bunun özeleştirisini yapması gerekir Sayın Vekil Sait’in…
—Efendim o salonda siyasi mesaj verilmesi yanlıştı, doğruydu.
Mesele bu değil zaten… Bu ayrı bir tartışma konusu…
Mesele misafir bir konuşmacıyı kaba kuvvetle susturmak ve bu tablonun İzmir’e, demokratik iklime yakışıp yakışmamasıdır. 
Mesele velev ki siyaset yapmış olsun, o konuşmacıyı susturma vazifesinin kendisi de davetli olan bir milletvekiline düşmemesidir. 
Vekil Sait o gece üzerine vazife olmayan bir işe kalkışmış bu davranışı salonun büyük çoğunluğu tarafından da ayıplanmış, protesto edilmiştir.
Ne kadar umurundadır. Doğrusu bilemem…
Ama milletin vekillerinin her gün kendilerini aşan kabalıkları topluma bilhassa gençliğe kötü örnek oluyor.  Balık baştan kokar misali… Bilhassa gençlik, sadece konuşma yapmak isteyen birine uçan tekme atan, ana-avrat küfreden vekili görünce ne düşünür dersiniz?
Yahut yarınlarda karşılaştığı sorunları aşmak için hangi yola başvurur?
Konuşmayı mı dener yoksa küfretmeyi mi?
Konuşmayı mı seçer tekme/yumruk atmayı mı?
Sırasını bekleyip konuşmayı mı dener ‘Sen de kimsin lan’ diyerek konuşanı susturmayı mı?

Kaldı ki en büyük sorunumuz konuşmamakken… Konuşamamakken…
Hem de iletişim çağında milletçe iletişimsizliğin dibine vurmuşken.
Bölüne bölüne küçük parçalara ayrılmışken…
Halkıyla konuşmayan, konuşamayan, “Nasılsa oyu aldım, bir sonraki seçime kadar istediğimi yaparım, asarım da keserim de’ anlayışıyla hareket eden iktidarlar halktan kopmaya mahkûmdur.
Bırakın iktidarı, sokaktaki vatandaş birbiriyle konuşamaz hale geldi, getirildi. Gezi Parkı’ndan itibaren ‘sokaktaki, evdeki’ diye bölünen, Taksimdekiler-Kazlıçeşmedekiler diye ayrılan Türk halkı bugün birbirine düşman gibi bakıyor. 
Bırakın karşı cepheleri aynı yolu yürüyenler bile aynı durumda. Konuşmuyor, savaşıyorlar. İşte cemaatle hükümet arasındaki tablo…
Bir zamanlar neydiler bugün ne oldular?
Kimsenin kimseye tahammülü kalmadı. Kimse kimseyi dinlemiyor.
Herkes haklı… Ama son sözü güçlü olan söylüyor.
Neredeyse kaba kuvvetle yönetilen, sesi en gür çıkanın, bileği en güçlü olanın haklı kabul edildiği bir ülkeye doğru gidiyoruz.
Allah sonumuzu hayretsin…  
Genç yaşta elim bir trafik kazasının aramızdan ayırdığı Kıvırcık Ali’nin çok sevdiğim türküsünden bir dörtlükle noktayı koyalım.  

Eğer ki gelmeler topraktan ise…
Demek ki gitmeler aynı yeredir.
Yaşamdan ölüme bir soluk yolda…
Bu isyanlar kime, bu feryat kime…