GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
İhsan Özbelge ÖZDURAN
YAZARLAR
22 Eylül 2024 Pazar

'Eskidendi çok eskiden...'

Memleket ahvaline sevinip ferah etmek nedir?

Ya da göğsünü gere gere gurur duyup övünmek nedir?

Bu cümle kalıbı ile sorular sormayı da cevaplar vermeyi de unutalı bir hayli zaman oldu…

Yıllar içinde… Topluma yaşam enerjisi veren pek çok şeyi kaybettik… 

Maddi / manevi çok büyük kayıpların çetelesini tutmaktan yorulduk biz…

Feryadı dağları aşan, sekiz yaşındaki kara gözlü Narin çocuğun, nasıl acımasızca öldürülüğünden…

Hayata tutunmaya çalışan iki yaşındaki Sıla bebeğe, kim tarafından, ne zaman, nerede insafsızca tecavüz edildiğinden…

Doğaya, kadınlara, çocuklara ve hayvanlara reva görülen acımazlıklardan…

Kaybolan çocuk sayısının istatistiki verilerde yer almayışından…

Yemyeşil ormanlarımızın ateşlere teslim olup günlerce söndürülemeyişinden…

Yandı, bitti ,kül oldu denilen hektarlarca ormanlık alanın bir anda yok oluverişinden…

Yıllardır kadın cinayetlerinin bir türlü önüne geçilemeyişinden

Yanlış tarım politikaları ile tarım ekonomisinin bitişinden…

Üreticiye de tüketiciye de yar olmayıp yollara dökülen mahsüllerden…

Enflasyonun bir türlü düşmeyişinden, cüzdandaki paranın sıcağa dayanamayan buz misali, eriyip gidişinden…

Ülke topraklarına girişi engellenemeyen mülteci akını ile yılardır süren sessiz işgalden ve gittikçe bozulan demografik yapıdan…

Çarpık kentleşmelerle kirlenen denizlerimizdeki binlerce deniz canlısının yaşayamayıp karaya vuruşundan…

Bitmez tükenmez, akıl almaz siyasi çekişmelerden…

Tartışılamaz ve değiştirilemez olarak bellediğimiz TC Anayasamızın ilk dört maddesinin tartışılıyor olmasından…

Velhasılı kelam…

Bizi biz yapan tüm değerlerimizden nasıl da hızla uzaklaştığımızı gözler önüne seren vasatın altı hallerden…

Son derece bizar olduk...

Ve… Her gün, her gün aynı tartışmaları dinliyor olmaktan bir hayli yorulduk!

***

Hani şöyle bir zamanı geri almak mümkün olsa da…

Kadınların ve çocukların istismar edilmediği, doğanın tahribata uğramadığı, köylerin mutlu ve umutlu, şehirlerin müreffeh olduğu zamanlara dönüversek… 

Ve de…

Adabın ve edebin topluma hakim olduğu yıllara ya da toplum bireylerinin adap ve edebe hassas olduğu zihniyete ışık hızıyla gidiversek…

Belki biraz rehabilite oluruz da yeniden kazanırız kaybettiğimiz yaşam enerjimizi diye düşünürken…

Harvard Üniversitesi'nden Prof. Ellen Langer'ın 1979 yılında gerçekleştirmiş olduğu…

(*) CounterClockwise Deneyi’ni (saat yönünün tersi) anlatan bir çalışmayı okurken buldum kendimi…

***

Söz konusu deneye göre… 

Yaşları yetmişin üzerinde olan bir grup, sağlık kontrollerinin gerektirdiği tüm tahlil ve testlerden geçirildikten sonra
yirmi yıl öncesindeki gençlik yıllarına geri götürülmüş…

Araştırma konusu olan bu yaşlı birey grubu için konuk edilecekleri otelde, 1959 yılına ait bir ortam yaratılmış.

Bu ortamda dönemin dekorları içinde; dönemin arabaları, kostümleri, fotoğrafları ve yiyecekleri ile…

Yine dönemin haberleri, müzikleri, dergi, gazete ve mecmuaları kullanılarak…

20 yıl önceki yılları yaşayan deneklerin genel sohbeti de sadece 1959 yılı üzerine olmuş...

Ve yaşlı bireylerden, o yıllardaki duyguları ile o yılları yaşıyormuşçasına davranmaları istenmiş…

Bir haftalık deney sonunda, bu kişilerin fiziksel, zihinsel ve ruhsal sağlıklarında önemli iyileşmelerle…

Yaşlı bireylerin; görme, hafıza ve fiziksel güçlerinde belirgin şekilde düzelmeler gözlemlenmiş…

***

Günlük hayatımızdan kesitlerle ve bir araştırmacı psikoloğun deney sonuçları ile…

Olumlu, mutlu ve umutlu bir çevrenin yarattığı zihinsel algılamaların insanların fiziksel sağlıkları üzerinde ne kadar güçlü bir etkisi olabileceğini de gözler önüne seren bu okumalarımın arasından bir çırpıda çıkıp…


Bundan elli yıl öncesindeki gençlik günlerimi yad ederken buldum kendimi…

Söz konusu vatansa her şeyin teferruat olduğu…

Dostlukların, akrabalıkların vazgeçilmez olduğu..

Büyüklerin mutlaka sayıldığı, küçüklerin  koşulsuz sevildiği…

Azın yettiği, çoğun arttığı o muhteşem yılları seyre daldığım…

Bir film platosundaydım sanki…

Bir gülümseme yayılmıştı yüzüme…

Fonda; “Eskidendi, çok eskiden” diyen Sezen’in o buğulu sesi…

Kulağımdan kalbime, kalbimden beynime doğru yol alıyordu adeta.

Kötü ile iyinin savaşı gibiydi duygularım… 

Bugünün umutsuzluğu yarınlara dair umutları yenmek için direniyordu…

Bugün…

“Evet, belki, şayet, keşke” kelimeleri ile dahi olumlu cümleler kurabilmenin artık ne kadar imkansız olduğunu düşünerek mırıldanıyordum kendimce…

Güzel günlerdi vesselam… Çok güzel günlerdi…

Lakin…

Eskidendi, çok eskiden…