GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
5 Şubat 2018 Pazartesi

Ne olacak bu siyasal partilerin hali!

Küresel ölçekte derinleşen krizle birlikte ortaya çıkan değişim yeryüzünü kuşatıyor ve gerek yeni sosyoloji gerek kriz koşulları, kamusal yaşam normlarını değişime zorluyor.

Hal böyle iken, siyasal partiler, bu olan bitene karşıdan bakıyor. Oysa siyasal partilerin yarattığı açmazı görmenin, açık seçik dile getirtmenin zamanı geldi de geçiyor bile...

Siyasal partiler ve örgütleri, toplum ile siyaset arasında adeta barikat görevi yapar duruma geldi, toplumun siyasete katılımı mecrasından çıktı.  

Dahası, siyasal parti örgütleri, çıkar grupları gibi hareket ediyor veya bir cemaat gibi kendi içine kapanıyor. Lidere koşulsuz itaat, düşünce ihtiyacını ortadan kaldırdı. İnanmak yetiyor.

Siyasal parti örgütlerine katılım gönüllülük esasına dayandığı için, kimseye neden parti üyesi olduğunu soracak değilim fakat toplumsal temsilin çok sorunlu hale geldiğini söylemek durumundayım.

Parti örgütleri, örgütlü toplumun parçası gibi hareket etmiyor; örgütlerin nicedir neyi temsil ettiği meçhul… Partililerin siyasetten başlıca beklentileri, iş bulmak, aidiyet, zaman geçirmek, statü…

Sorun şu ki, siyasal parti yönetimleri, toplumsal değişimin getirdiklerine bağlı olarak siyasal partilerde ortaya çıkan değişim ihtiyacını göz ardı ediyor.

İletişim devrimi, bilgi toplumu, bilişim toplumuna geçiş süreci; bu üç etkenin yarattığı toplumsal değişimi algılamakta zorlanan siyasal partiler, değişimden ziyade statükoya yakın duruyorlar

Memleketi yönetmek için siyasi partilerde yer tutma mücadelesi verenleri rahatsız edecek bir görüş olduğu muhakkak ama söylemek lazım; Demokrasilerin önündeki en büyük engel, siyasal partilerdir.

Günümüz koşullarında, seçimler, siyasal partiler ve temsile dayalı sistem, halkları kendi rızası ile teslim almanın ve üstünde iktidar kurmanın en güvenli yolu olmuştur.

Demokrasi, geçen yüzyılda, teslimiyeti bir nebze sınırlıyor ve dengeliyordu. Ne ki bu kadarına bile tahammül edemeyen kapitalistler zaman zaman demokrasiye ara vermek zorunda kalıyordu.

Şimdi ise, Dünya sistemi kapitalizmin içine düştüğü büyük bunalım nedeniyle, yönetimlerde otoriterleşme ihtiyacı baş gösterdi; demokratik yönetim biçimi ayak bağı gibi algılanıyor.

Gerçek yürüyor. Yüzyılda bir ortaya çıkan büyük sistem krizi yine zuhur etti. Kapitalizmin metropollerinde korku ve telaş var. Sistemde kriz yayılıyor, derinleşiyor. Dünya’yı yöneten efendilerin, halkları zapturapt altına almak için çok fazla nedenleri var.

Tarihsel olarak biliyoruz ki böyle durumlarda ilk vazgeçilen, özgürlükler ve insan hakları oluyor. Katılımcılık ilkesi, temsilde adalet, çoğulculuk, şeffaflık ortadan kalkıyor. Tabii, gerekçe olarak kullanılmak üzere, önce “terör belası” boy gösteriyor…

Tam da bu nedenlerle, siyasal partiler, değişim ihtiyacından değil ama statükodan besleniyor. Sistem, siyasal partilere böyle bir işlev yüklüyor; Gibi olmak…

Direnen siyasal partiler ve örgütler ise terör bahanesiyle yok ediliyor veya etkisiz hale getiriliyor.

Günümüz siyasal partileri, özellikle kamuoyunun etkisiz olduğu doğu toplumlarında, devlete el koymanın meşru aracı olarak kullanıldığından, halkların siyasetten ve siyasal partilerden beklentileri, beklenen fakat hiçbir zaman gelmeyecek olan Godot’yu hatırlatıyor bana. Hep bekleyeceğiz, hep umutlanacağız ama o hiç gelmeyecek…

CHP’nin 36. Olağan Kurultayı’nı izlerken aklımdan bunlar geçiyordu, ben de yazdım.